“Anne bu dilimin altındaki mavi borular ne?”
Asansörde ağzını açmış, dilini eyip bükerek kendini inceleyen Ayça soruyor bu soruyu.
Aklıma kendi çocukluğum geldi. Tekerlemelerin pek meşhur olduğu bir dönem vardı.
Şişe / Git duvara işe
Salak / Salla da sümüğüne bak.
Bu ne? / Hamam / Herkes yatağına tamam
Sana ne? / Saman ye, daha doymazsan beni ye…
İşte yine bu dönemde, kolumuzdaki Ayça’nın deyişiyle “mavi boruları” gösterip arkadaşımıza sorardık:
-Bu ne?
-Damar
-Al sana bir şamar. Ha ha haaaa
Benden bir kaç ay küçük arkadaşımı sıkıştırmışım köşeye, damarı gösterip soruyorum. O da damar diyeceğine “dumar” diye cevap veriyor. Dumar’dı, damar’dı giriyoruz birbirimize. Ben şamarı vura vura öğretmeye çalışıyorum doğrusunu!
O arkadaşım şimdi doktor oldu; hatta detay vermek gerekirse bir anatomi uzmanı. Vücudun bölümlerini, öğrencilerine şimdi o tanıtıyor-tabi ki şamarsız tarafından.
Ben, vardığı noktada büyük payım olduğunu düşünüyorum! Haksız mıyım?