Ablaların Gücü Adına


Ablalar -eğer isterlerse- kardeşleri kukla gibi oynatabilirler.

Bazen deneylerine kobay yaparlar, bazen getir-götür işlerinde ayakçı, bazen de günah keçisi.İkna kabiliyetleri çok yüksektir; kah öperek severek tatlı tatlı istediğini yaptırır, kah emrederek, kah küserim deyip duygu sömürüsü yaparak!

2 haftadır filan, Ela’nın öğretmen, Ayça’nınsa öğrenci olduğu oyuna hızlı bir dönüş yaptılar. Ela oturtuyor Ayça’yı karşısına, kendisi de tahta başına geçiyor, yaz kızım, çiz kızım çalıştırıp duruyor.

Dudak bükmeyiniz, Ayça’nın şu an okuyup-yazabiliyor, toplama-çıkartma yapıyor olmasında ablasının payı büyük. İyi öğretmen yani.

Geçen gün paraları öğretmiş mesela. (bkz tahtanın sağ altı) Üşenmemiş hem kağıt hem metal paraları çıktı almış, tek tek çalıştırmış.

Dün bir baktım Ela’nın tahtasında:“Ultra Eğlence=Oyun  HADİ OYUNA” yazmış tahtaya

tahta

“Bu ne kızım?” dedim. Ayça bahçeye çıkmak istememiş, o da ikna etmek için bahçenin ultra eğlenceli olduğunu yazarak anlatmış kendisine…Netice; bahçeye çıkılmış tabi.

Geçen sene bir ara yine böylelerdi. Sonra Ayça isyan etmişti:

“Neden hep sen öğretmen oluyorsun, ben öğrenci?”
“E ama bak sen de sınıf başkanı oluyorsun. Çok önemli bir görev”
“İyi de sınıfta başka öğrenci yok ki! Kimin başkanı olacağım?”
“…”

Ve maymun gözünü açınca öğretmencilik oyununa bu isyanla noktayı koymuşlardı.

Nasıl oldu da Ela Ayça’yı tekrar ikna etti bilmiyorum. Merakla yeni isyan gününü bekliyorum.

Beni gidi fındık kıran…


Ayça dün akşam üstü Nutella‘lı ekmek istedi.

Mutfak masasına oturdu, beklemeye başladı.

Ben de ekmeği dilimlerken bir taraftan ağzıma takılan reklam cingılını (jingle)mırıldanıyorum:

Aveaaaa, aveaaa, bank bank avea” (marka sadakatim pek yoktur da…)
“Avea değil anne, ODEA!”
“Hı?”
“Yani şöyle:Odeaaaa, odeaaa, bank bank Odea’ Gidelim mi Odeabank’a?”
“Niye ki? N’apacağız Odeabank’ta?”
“Kahve ikram ediyorlarmış. Kahve içeriz.”
“Sen de mi kahve içeceksin?”
“Ben Nutellalı ekmek isterim. Herkes özel  diyor reklamında…”

odeabank

Kosla Vanish vak’asından sonra, reklamın gücüne bir kez daha şapka çıkarttım. Bana da helal olsun, 1 paragraflık yazıda 3 markadan bahsettim ya. Üzerini mi mozaikleseydim acep?

Sanatın da bir aritmetiği var…


Bu Ayça’nın ablasının tahtasına yaptığı resim.

Photo 11.02.2013 08 54 56

Resimde deniz kızları ve deniz erkekleri (göbek deliklerine dikkatinizi çekerim!) var. Onları bir sayısalcı mantığıyla 1, 2, 3 diye numaralandırarak eşleştirmiş. Tüm eşler el ele tutuşup kendilerine doğru gelmekte olan köpek balığından kaçıyorlar. Kaçış yönlerini de okla çizmiş…

Güler misin? Sarılıp öper misin?

Hey gidinin reklamvereni…


Ayça bu ara fena halde bana yapışmış durumda. Ayrılmaz kuyruğum şeklinde evde nereye gidersem peşimden geliyor. Ufak gaflet anlarında, yanından sıvışıp, mesela su içmeye filan gitmişsem telaş içinde yetişip beni fırçalıyor.

Zaten bu ara sürekli fırçalıyor.

Banyoya girdim. Ayça da peşimden.

Çamaşır makinası durmuş. İçindekileri leğene boşalttım. Nasıl onu atlatıp, ondan habersiz makinayı çalıştırdığım konusunda fırça yedim. Deterjanı o koyacakmış efendim.

Asmak üzere arka odaya gittim. Ayça da peşimden.

Ayça’nın çorba lekeli tişörtünü elime aldım, silkeledim. Havaya kaldırıp, kendi kendime “aaa leke çıkmamış” dedim.

Bi  fırça da bu sebeple yedim: “Anne ben sana Veniş koy demiştim. Beni çağırsaydın, ben koyardım!”

Kardeşim sen o reklamı ne zaman gördün, ne anladın, ne zaman yalayıp yutup içselleştirdin? Nasıl cümle içinde doğru yerde kullandın?

En uyduruk dediğimiz reklam bile –hedef kitle medef kitle dinlemeden– nasıl beyin yıkıyor; takdimimdir.

Fareler ve İnsanlar


Geçen gün mutfakta uğraşırken, baktım tezgahın üzerinde bir mektup

Mektubu açınca, içinde bir kız çocuğu ve iki farecik gördüm. Kafamı kapıya doğru çevirince gözlüklerin arkasından endişeyle bakan Ayça-sultanla göz göze geldik.

Pazartesi günleri okulda oyuncak günü. Pazartesi sendromunu kolayca atsınlar diye, herkes evden bir oyuncak getiriyor ve onu arkadaşlarıyla paylaşarak oynuyor. Yumuşak, peluş oyuncakları çok seven Ayça, o gün Zeynep’in getirdiği fareciklere vurulmuş, hatta çantasına atıp getirmiş. Söylediğine göre, çok beğendiği için Zeynep “Bunlar senin olsun.” demiş ve vermiş.

Ben “Zeynep öyle demiş olsa da annesinden izin almadan böyle bir şey diyemez. Bir gün misafirimiz olsun, yarın sahibine götürürüz” deyince, göz yaşları sel oluverdi. Beni ikna için Zeynep’in çok kötü baktığına, hiç banyo yaptırmadığına dair hikayeler anlattı durdu.

Baktı göz yaşları prim yapmıyor, bu sefer mektup yöntemini denedi.

Hiç bir annenin yukarıdaki mektuba kayıtsız kalabileceğini sanmıyorum. O noktada ne yapıp edip o fareleri almaya zaten karar vermiştim.

Ancak gece odasında, yatmadan hemen önce alacakaranlıkta kolunu havaya kaldırıp, bir şeyler mırıldanıp sonra yukarıya doğru üflediğini gördüm. Sonra fareciklere sarılıp, yattı. Ben de başucuna gidip ne yaptığını sordum.

Başta söylemek istemedi, söylerse gerçekleşmezmiş. Ama sonra ileri konuşturma tekniklerim karşısında çözüldü: ablasından öğrenmiş, kendisine bir dilek kurdelesi bulmuş. Olmasını istediği şeyleri, bunu ovuşturarak dileyip yatarsa olacağına inanıyor.

O farelerin kendisinin olmasını dilemiş. Böylece alma kararım katmerlenmiş oldu.

Zeynep’in fareleri özel izinle 2 gün daha bizde kaldı. Biz de o sırada tüm oyuncakçıları talan ettik aynısından bulmak için. Sonunda Türkiye’de o modellerin satılmadığı ortaya çıktı.

Fare ararken, gördüğümüz dalmaçyalıya vuruldu bu kez. Ve farelere duyduğu aşkı unutuverdi.

Bir çocuktan alınabilecek 3 önemli hayat dersini siz de benim gibi yukarıdaki hikayeden aldınız mı?

Yoksa ben size hazır lop liste mi vereyim?

Sen var önce dujjj almak


Bunu anlatıp anlatmamakta karasız kaldım, ama karı koca  baya bi güldük. Sonradan da hatırlayıp, bir daha gülmek isteriz eminim. Bu sebeple kayıt altına almak gerekir netekim…

**

Hafta sonu cümbür cemaat kırlık bayırlık bir bahçedeydik. Babam kendini bahçe işleriyle helak ettiği yetmezmiş gibi damadını da aldı yanına.

Aytuğ yeşilin keyfini sürmekte olan kızlarının yanına döndüğünde fena haşat olmuş-her yanından ter damlıyormuş.

Tatlı tatlı oynayan kuzularına bakmış, bir öpücük almak istemiş:

-Ayçaaa, gel hadi biraz sevişelim.
-Hayır baba, ben terli erkeklerle SEVİŞMİYORUM!

 

Sermayeden yemeye devam…


Dün emekli babamın, emeklilik uğraşı Türk Sanat Musikisi korosu konseri vardı.

Annem haliyle kocasını en ön sıradan alkışlamak üzere konsere gitti.

Olağan akışımıza göre Ela’yı okuldan babam alıyor, karnını doyuruyor, ödevini yaptırıyor, bir tur da annem gelince yedirip eve karnı tok sırtı pek halde gönderiyorlar.

Dün, Ela’yı almak üzere annemlere uğradığımda, annemler konserde olduğu için babaannem Ela ile yalnızdı. Ocağın üzerine kendine göre küçük sahanlarda ısıtılmak üzere pinçik pinçik yemekler hazırlamıştı.

Hem babaannemi şenlendirelim, hem de bir kere de benim hayrım dokunsun diye yemeğe kalalım diye düşündüm.

Neyse yedik, içtik, toparladık. Biraz lafladık. Eve dönme vakti gelince, Ela babaanneme döndü:

“Bugün ödev yok, yarın sınav var. Ona çalış.” dedi.

Babaannem uysalca başını salladı.

**

Ela hergün okuldan geldiğinde kendi ödevlerini yaptıktan sonra oturtuyor babaannemi karşısına, o öğrenci kendi öğretmen gibi önce konu anlatıyor, sonra o konuyla ilgili yoklama yapıyor. Yani “muş.” Ben çalışma kağıtlarını görünce öğrendim!

Babaannemin oyundaki adı genelde Eylül!

Eylül çalışkan bir öğrenci. 90’a yaklaşan yaşına rağmen, bir dakika off bunalttın demeden, öğretmenini can kulağıyla dinliyor, soruları cevaplıyor. Yazık tenefüse çıkar çıkmaz da bulunduğu kanepede bir miktar şekerleme yapması gerekiyor!

İşte size Eylül’ün son günlerdeki çalışmalarından bir tanesi. Büyük harfler Eylül’ün cevapları, yeşiller öğretmenin düzeltmeleri.

Yarın da yine sermayeden yer, bir diğerini koyarım:)

 

En büyük sermayem…


Bir kaç gün üstüste çocuklarla ilgili kakarakikiri yazsam bayar mıyım? Ama çocuklar galiba benim en büyük sermayem.

Ela’ya bir proje vermişler. Öykü yazımı projesi.

Ödev neredeyse 1 ay öncesinde verilmesine rağmen, masasında bekliyordu.

Herşeyi oluruna bırakırsam, teslim tarihine 1 kala gözleri şişinceye kadar ağlayacağından hem beni hem kendini yiyeceğinden adım gibi emin olduğum için hafta sonu “hadi ufak ufak şu ödevini yapmaya başla” diye dürtükledim.

Zaten önceden kurguladığı, bu ödeve cuk oturan bir hikayesi vardı, okuyanlar hatırlar. Dolayısıyla onu düzenleyebileceğini söyledim.

Biraz itiş kakış ödevin başına oturdu. Arada ben de mantık hataları konusunda yönlendiriyorum.

O sırada komşu kızı geldi.”Hadi, biraz ara ver, sonra gelirsin, bir bölüm daha yazarsın” dedim.”nasılsa daha vakit var.”

Suratını ekşiterek baktı: “Anne n’olur aradan sonra bir bölüm değil, iki bölüm yazayım. Çok merak ediyorum sonunu.”

“Kızım insan kendi yazdığı şeyin sonunu merak eder mi? Zaten kendin yazıyorsun. Sonu kafanda değil mi?”

“Olsun yine de çok merak ediyorum.”

Sanırım Ela’da büyük yazar olma potansiyeli var. Zira her usta yazar, yazma halini bir trans hali olarak anlatmıyor mu?

Artık ileride gazete röportajlarında filan anlatır: “Kağıt kalemin başına oturuyorum. Sanki içimdeki bir başkası tarafından kelimeler kağıda dökülüveriyor. O ana kadar ne yazacağımı, nasıl yazacağımı, sonunda ne olacağını inanın bilmiyorum. Sizler gibi ben de heyecan içinde sonunu bekliyorum.”

Ben de kasım kasım kasılır: “Bu çocukken de böyleydi.” derim.

Bunu duyan Rozi kıskançlıktan geberdiiii…..


Dün akşam çok keyifli bir aile yemeğindeydik. Upuzuuun bir masada, güzel yemekler ve güzel sohbetler…

Masanın baş köşesinde kayınpederim, sağında İrlandalı damat, solunda da oğulcuğu (yani kocam) oturuyordu. Yemeğin başlarında Aytuğ çevirmenlik görevini üstlenmişti, ortalara doğru kayınpederim İngilizcesi’ni saklandığı yerden çıkarmış, “immediately”, “unfortunately” gibi kelimeler kullanarak baya baya kendi derdini anlatmaya başlamıştı!

Bi ara muzip bir çocuk gibi durdu: “A bak bi şarkı hatırladım” dedi.

Böyle dediğinde genelde Türk Sanat Musikisi’nin güzide bir eserini mırıldanmaya başlar. Bu sefer  hatırladığı şarkı, altına hücum döneminde bir madencinin ölüp giden kızının arkasından yakılmış bir ağıt olan “Clementine idi halbuki:

(Dinlemek için bir tık) “Oh my darling oh my darling oh my darling Clementineeee!”

Neşe içinde bu ağıtı söyledi.

Biz hepimiz koptuk haliyle.

***

Eve dönüş yolunda, Ela babası şarkıyı çok sevdi diye bana “hadi anne söyle söyle” dedi. Ben de başladım söylemeye.

Şarkı bitince “Klementayn” ne demek?” diye sordu.

Soruyu üstüne alınan Ayça cevap verdi: “İşte Kayyu’nun kız arkadaşı.”

“Aaa Kayyu evlendi mi? Uzun zamandır seyretmiyordum, kaçırmışım” diye şaşırdı Ela.

Ayça çok sevdiği çizgi filmin, Ela tarafından Türk dizisi formatına dönüştürülme çabasına çok bozuldu: “Kız arkadaşı ne demek Ela? Evlendi mi demek? Sadece arkadaş onlar!”

Çocuklar Görevde


2 gün üstüste çocuklardan bahsederek baymak istemem ama, malumunuz çocuk bayramı yaklaşıyor.

Cumhurbaşkanı, başbakan, vali, kaymakam koltuklarını çocuklara devrederken, bir çok televizyon programında sunuculuk görevini çocuklar üstlenirken benim de blogu çocuklara bırakmamam söz konusu olamazdı herhalde!

İşte Ela Dörtlemesi’nin ikinci şiiri karşınızda. (İlki için tık‘layınız) Gavur İzmir’e yazılmış bir güzelleme. Okumaya devam et

Reklamları Dinlediniz


-Yarın arkadaşının doğum günü, ne hediye alalım? Kendisine ne istediğini bi sor istersen

-Olmaz. O zaman sürpriz olmaz. Hediye sürpriz olmalı.

-Ne alacağız peki?

-Tinker Bell’i çok seviyor. Tinker Bell alabiliriz.

-Nerden alıcaz? Nerde satılıyor Tinker Bell?

-Tüm seçkin mağazalarda!

Güm güm güm güm atma kalbim, duyulur dışardan


Dün Ela’yı okuldan almaya gittik. Ela arabaya biner binmez Ayça yeni kitabını gösterdi:

-Elaaaa, baaak yeni kitabım. Üstelik arasında stiiikırlar da var. Derin hediye etti.

-Derin kim?

-Benim sınıftan arkadaşım.

-Niye almış, durup dururken mi?

-Eveeet. Ama kıskanma. Birlikte okuruz.

**

Derin, o kitabı durup dururken almamış.

Derin Ayça’ya fena halde hayran. Bu hayranlık Okumaya devam et

İşi bilmiyorum


Her sabah evden çıkarken, her akşam da eve dönerken Ayça Sultan’ın inadı tutuyor.

Sabah: “Yaaaa okula gitmeyelim.”

Akşam: “Yaaa eve gitmeyelim.”

Sabah hadi bizbizeyiz, ama akşam yalvar yakar faslında karizmamı fena çiziyor öğretmenlerin önünde:)

Neyse ki şu son hafta sınıflarından Emre yetişti imdadıma.

Emre çok bitirim bir çocuk, Okumaya devam et

Yok canım ne kıskanması?



Bim bam bom. Bu da benim hediyem… Tam kalbimden vurdu, kıskançlık mı kalır?

Bu arada dün akşam Ela Beşiktaş – Braga maçını nasıl coşkuyla seyretti, Beşiktaşın iki golünde nasıl havalara uçtu görmeliydiniz.

Tebrikler Beşiktaş, 23 Şubat’taki rövanş maçında iyi şanslar. Belki Baba Kartal ve Dişi Kartal gider stadda izler maçı. Yine kar kış kıyamet olmazsa. (Baba Kartal mesajı aldın mı acabaaaa?)