Son günlerde hiç üretken olmadığımın farkındayım.
Sanırdım ki ben yazarak deşarj oluyorum, yazdıkça içimi boşaltıyor, rahatlıyor, çiçekler açıyorum…
Ama öyle değilmiş sanırım.
Elimi kıpırdatasım yok.
Halbuki hayat durmuyor; akıyor. Bir çok ağlanacak, kahredecek şey olup biterken, biz geziyoruz, tozuyoruz, gülüyoruz… Sanırım bunları anlatmaya utanıyorum. Yani mesela kış kapıda, Van’daki depremzede üşürken, yıkanamazken, okula gidemezken…Bazı analar 3 gündür layıkıyle çocuklarının cenazesini kaldıramazken…. “Ben Bi’fest’e gittim, gazino konseptinde Sezen’le coştum.” demeye utanıyorum. “Biliyor musunuz ben senaryo yazım kursuna başladım. Off öyle eğlenceli ki” demeye utanıyorum. “Evleneli 11 yıl oldu, onu kutladık” demeye utanıyorum.
Buraya mim koyayım çünkü utanma meselesine geleceğim.
Bayram geliyor ya. Bayram konseptli ciğer söken reklamlar da yavaş yavaş başladı. Gözü yolda misafir bekleyen yaşlılar, boynu bükük yavrular. Sabah gelirken radyoda Tadım’ın reklamı vardı. Bayram dolayısıyla mı yaptılar bilmiyorum. Belki de genel. Alamancı bir ailenin yurda dönüşünü çocuk anlatıyor. Fonda Serseri Mayınlar’ın düğün sahnesinde çalan Sezen Aksu’nun Kutlama’sı çalıyor.Şöyle bir şeyler diyor çocuk “Babam eve dönüyoruz, dedi. Evde değil miyiz zaten, diye sordum. Kocaman bir kapıdan geçtik.Mola verdik, hoşgeldin ağbi dediler babama. Küçücük ekrana bakıp gülen amcalar vardı. Sonra arabamız bozuldu. Bi amca durup yardım etti, bir teyze başımı sevdi, bana fındık ikram etti. O an anladım. Herkes kocamaaan bir aile gibiydi.”
Başladım ağlamaya. En övündüğümüz şey, misafirperverliğimiz. Kocamaaaan bir aile oluşumuz. Bu “SİZ”, “BİZ” çok yordu beni sanırım. Çok. Ben birbirine saygı ve sevgi dolu kocaman bir aile olmak istiyorum.
Ben klavye kıpırdatamazken, bakıyorum diğer bloglar çok üretken… Yazıyor, yazıyor, yazıyor. Doğrusu o. Kesin o. Üzüldüğün şeylerle baş etmenin yolu, yüzünü sevdiğine çevirmek.
Daha önce de iç güzelliğimi borçluyum dediğim ayra’da Aykut Oğut‘un anlattığı çok güzel bir kıssadan hisse vardır. Ben, bizim kızlara da sık sık anlatıyorum. Kafalarına kazınsın diye. Size de anlatayım. “Diyelim ki bir bahçeniz var. Bu bahçenin bir yanında ayrık otları, istemediğiniz ot, diken var. Diğer yanı da rengarenk çiçek. Elinizde hortum bahçenizi suluyorsunuz. ‘Aaaa vah vah buraları da diken bürümüş’ diye yüzünüzü ota çöpe dönerseniz, hortum orayı sular. Haliyle de o istemediğin otlar çöpler büyürler. Halbuki dön kardeşim çiçeklere, sev, sula, büyüt.”
Yani kendime diyorum. Utanma. Güzel şeyleri yaz. Yaz ki hem sen, hem de okuyanların içi gülsün.”Gülümsemek her şeyin ilacı. Gülecek bir şey bulamıyorsan ne acı.” senin lafın değil mi sonuçta? Senin lafın. O zaman geç arkasına. Aaaaa.
Diyeceğim o ki, daha sık uğrayacağım buralara.
Umarım.
A bu arada çevre bakanımız Bayraktar’a “çevre temizliği bilincini öğreten mizahi film önerisini” güzel bir eposta ile ilettim… Malesef “talebinizi aldık” filan diye bile bir cevap gelmedi.Olsun ben demiş oldum.
Yaz Esra yaz. Benden sana okuma sözü. 🙂 Ayrıca yukarıda bahsettiğin senaryo yazım kursu ve 11. evlilik yıldönümü gerçekse tebrikler, tebrikler..
Blog yazari ve okurlari arasindaki iliskiyi biraz toplu terapiye benzetiyorum .
Nedir bu bir cogumuzdaki toplu mutsuzluk? toplu vicdan azabi?
Gene bir 12 den vurdunuz gece gece…
11 yili kutluyorum; 7 kere 8 kere kutlamak saglikla kismet olsun,
Yilllar hizla akip geciyor, her birimizin utanc kavanozlari dolup tasiyor. Kimi paylasiyor, kiminin ise alaha havale….
canım benim senaryo sana yakısır, is rutininde kaybolmusken yapılacak en guzel işleri buluyorsun tebrikler. Evlilik 11 yıl ama bir gun gibi degil mi? Allah dogru esi buldurmus birbirinize demek ne mutlu size, hep boyle sursun. Sen yaz ki sen de mutlu ol biz de