Geçen hafta bir gün Beykoz’a, amcamların köy evine gittik.Kızlar ve ben ağzımızı ayırmış yeşilliklere bakarken, amcam dedi ki: “Çek çek resimlerini çek. Bloga koyarsın!”
Kendimi bir mühim bir önemli hissettim anlatamam. Hani yemek eleştirileri yazan bir gurmesindir, restorana ayağını atar atmaz içeride bir telaş başlar, şef spesiyallerini sıralar önünde, garsonlar hazırolda bekler, mekan sahibi ağzının içine bakar… İşte bendeki de öyle bir hava.
Kalktım, amcamı mı kıracağım, üzerinden erikler taşan ağacı, çiçekler fışkıran fıçıyı, üzümler sarkan asmayı ve nicelerini kızların modelliğinde çektim. Ama tabi bu resimleri bu blogda nasıl kullanacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu!
Derken amcam bahçeyle ilgilenen çocuğa boş bir sepet uzattı, içine o üzerinden erikler taşan ağaçtan erik doldurmasını söyledi. Erik dolu sepeti de, az önce 2 koca torba domates biber, salatalık, arapsaçı, patlıcan vb gönderen komşuya götürmesini söyledi. Sonra da bana dönüp:”Burada takas usulü alışveriş yapıyoruz.” deyip gevrek gevrek güldü.
Komşular arasını bırak, manavla bile takas yaptıkları oluyormuş. Hatta, amcam doktor, muayene karşılığı “hıyar” aldığı bile oluyormuş!
Amcam hem bunları anlatıyor, hem de az önce komşunun gönderdiği, farklı cins domatesleri ağzıma tıkıştırıyordu: tarla domatesi, yeşil domates, çeri domates, Çanakkale domatesi…
Sonra yengeme bir göz işareti yaptı, bu sefer yengem o ağaçtan taşan eriklerin şekerle kaynatılıp kevgirden geçirilip, dondurulması suretiyle yapılmış yüzde yüz organik ev yapımı dondurma getirdi. Kızlar şapırdata şapırdata yediler.
İşte o dondurmanın resmini çekmediğime yanıyorum, çünkü tam bir zihnisinir işiydi. Bir köpük bardağın tam ortasına yine köpük bardak malzemesinden bir ara duvar yapılmış, içerisine erik ezmesi koyulmuş, her iki tarafa da birer tahta çubuk saplanmıştı. Böylece mükemmel iki fruttare dondurma elde edilmişti!
Dondurmalar bitince, 3 farklı tür erik, elma, Japon armudu.. artık Allah ne verdiyse, kızlarım ve ben, tatmaya devam ettik. Kardeşim bu yemek eleştirmenliği ne zor şeymiş. Öncelikle sağlam mide gerektiriyor!
Bu arada babaannem de beni oruç sorgusuna çekiyor, kaç gün tutmuşum, tutmamış mıyım. Ne ayıp etmişim. “Ben tekke orucu tutuyorum eke eke eke.” diye güldüm.
Hemen amcam da babam da beni düzeltti. “Tekke değil ‘tekne’ orucu.” Efendim, genelde yaşlı ya da çocukların yalandan oruçlarına ithafen kullanılan bu deyim, oruçlu olunması gereken zaman dilimi içerisinde ekmek teknesine doğru yapılan sortilerden dolayı “tekne orucu” ismini almış.Bunu da öğrenmiş oldum.
Amcam hem bunu açıklıyor hem de neredeyse burnumdan içeri doğru bir bahçe mamülü daha tıkıştırmaya çalışıyorken: “Yeter” dedim. “patlayacağım.” O da hemen bir darb-ı mesele bağladı:
Böyle bağa bahçeye ziyarete gelenler, akşam yemeğine kalmasın ya da karınları tok olsun, fazlaca ikram gerekmesin diye ev sahibi evin gençlerinden birine kaş göz eder: “Hadi misafirimizi bi eriklemeye çıkar” dermiş. Evin genci de misafiri o ağaçtan şu, bu ağaçtan bu şeklinde tıkıştırıp tıkıştırıp, doyurur akşama ana yemeğe yiyecek takat bırakmazmış.
Erikleme olarak bilinen bu tabir Konya’mızda (her gerçek Konyalı Konya’dan Konya’mız diye bahseder!) “kovuğa çalı dıkamak” ya da “avgaza çalı dıkamak” şeklinde kullanılıyormuş. Evin gencine “hadi bi avgaza çalı dıka da gel!” komutu verilince, evin genci misafiri de yanına katar bahçeyi tura çıkarmış. Misafir, bahçe duvarlarındaki kovuklara, oyuklara çalı tıkayıp delikleri kapatacaklarını zannededursun, bu minik gezintide tıkanan kovuk bizzat kendi ağzı olurmuş..
Kıssadan hisseyi alıp toparlandık kalktık! Yanımıza koli koli sebze meyveyi de alarak…Dün arapsaçı da denilen börülceyi pişirdim mesela. Ayıklaması kesinlikle fasülyeden daha kolay, süper lezzetli de oldu. Yeşilini hiç pişirmemiştim.
Bu yazıyı yazmamın aldığım rüşvetlerle hiç ilgisi yok.Maksat muhabbet…
**
Geçen gün Selgin GB mesaj atmış; bilen biliyor kızı bizim Zürafa’ya gidiyor. Okulda kabak yemişler. Öğretmeni de, belki de biraz abartarak, kabağın faydalarından ve çocukları nasıl büyüttüğünden bahsetmiş! Artık Defi kabağı nasıl mucizevi algıladıysa, zaten kafasını bir an önce büyümeye takmış olduğu için eve gelip “kabak da kabak” diye annesinin başının etini yemiş.
Selgin’ciğim, eriklerden bir kısmını da okula yolladık. Öğretmenlere “erik ve faydaları konulu” bir briefing verdik. Defi bu sefer de “erik de erik” diye tutturur diye ön bilgi vermek istedim:P
pekiiii sen bunları yaparken annen neredeydi ????Hiç bahis yok.Arkadaşım ihmal mi ediliyor yoksa !!!!!
N’apsın o çalışıyordu:) Birilerinin para kazanması lazım.
Çok haklısın.Birilerinin fedakarlık yapması gerek.Ammaa nedense o birileri hep anneler olur babalar olmaz
Babam da bizi oralara taşıdı canım.
Biz yedik, o baktı. Bu da bir nevi fedakarlık!
Hımmm…. Kemal’in bir erik anısı var. Dört yaşındayken bir gün okuldan geldi, dedi ki: “Biz bugün okulda çok değişik bir şey yedik. Böyle yuvarlak, pinpon topu kadar büyük değil ama, rengi yeşil. adı da Erikmiş!” Ben erik hiç yemediğim için almamışım eve, gariban çocucuğum bildiğimiz eriğe tropik meyve muamelesi yapmıştı. Defi de durum farklı, o kendi talebiyle üzümdü, erikti ,şeftaliydi hepsini keşfetti ve yiyor. Kemal sebze sevmez, Defi taze fasulye olduğunda tabağı yalamadığı kalır. Hepsi tür tür bu çocuk milletinin.
Bakalımsizin organik bahçe erikleri için geribildirim nasıl olacak?
Ha, bir de benim senin deyiminle ‘erikleme’ anım var ki sonu ağır cırcır olmak suretiyle pek bir acı bitmiştir. Onu da diyim dediydim.
Zaten sonunun öyle bitmememesi mucize bence:) Kikir kikir kikirdettin beni.
Bayıldım! Bir de bizim erikleri benim hiç yazmamış olduğumu farkettim henüz… Ayıp ettim bizim bahçeye. Bir de “avgaza çalı dıkama” hikayesi muhteşem. Ben misafir olsam akşam yemeğinden çok sağda solda bulduğum meyveleri yemeyi tercih ederim. Sorun yok yani…
Sizin sarı erikleri tattık biz ya, nasıl sulu, nasıl kokulu, nasıl ballardı. Dalga çıkıp ağaç diktiğiniz yazıda çok kısa bir bahis vardı, o kadarı yetmez tabi:)