diyorum. Gülücüğüme ortak olmaya davet ediyorum! Var mısın? Varsın varsın… Zaten insan böyle bir teklifi, niye reddetsin ki? E o zaman ben seni tutmayayım, başla okumaya!
Bu aslında nasıl reiki uyumlanması aldığımın hikayesi değil. Reiki reklamı da değil. “Bakın bakın, sağımdan solumdan enerji çıkarıyorum, ben artık oldum”övünmesi hiç değil.
Bu, kendimi bana göre bir araya gelmesi milyonda bir ihtimal sürreal bir insan topluluğuyla, benim burada ne işim var dediğim huzur dolu bir ortamda, kendi kendimi huzursuz edişimin hikayesi. Özetle: 2’si yaşlı, 5 alakasız kadının çay partisinin hikayesi.
Çarşamba günü Figen ve arkadaşıyla buluştuk. Resim galerilerinin, sokak kafelerinin bolca bulunduğu sokağın içinde eski bir apartmanın en üst katına çıktık. Huyumdur çok fazla soru sormam, anlatılanla yetinirim. Merdivenleri çıkarken ne Figen’in arkadaşının kim olduğu, ne de gittiğimiz kadın hakkında hiçbir şey bilmediğimi fark ettim.
Kapıyı kısa bembeyaz saçlı, orta boylu, nur yüzlü, makyajsız 70’lerinin başında bir hanım açtı. O 70 sandığım dimdik kadın 85’in üzerindeymiş. Sonradan öğrendiğimde ağzım açık kaldı.
Hepimizi sırayla –ve sevgiyle- öptü, içeriye buyur etti. Kapı direkt bir oturma odasına açılıyordu. Oda çok aydınlık ve ferahtı, zaten pencerelerden biri açık olduğu için içeriye güneşin tüm canlandırıcı etkisi doluyordu. Paltolarımızı alırken karnımızın aç olup olmadığını sordu. Bu aslında bana çok garip geldi, “yahu yemek yemeye mi geldik buraya. Uyumlanıp gideceğiz.” Diye geçirdim içimden. Tok olduğumuzu öğrenince bulunduğumuz odadaki oturma grubunu işaret etti: “Biraz sohbet edelim o zaman.”
Oturduk. Etrafı incelemeye başladım. Benim oturduğum koltuğun hemen sağında kocaman bir kütüphane vardı; seri seri Atatürk, Kurtuluş savaşı kitaplarının yanı sıra bir çok önemli edebiyatçıya ait bir çok kitap.
Sokak kapısının hemen karşısında da etrafında 6 sandalye bulunan, üzerinde bembeyaz bir rahibeişi örtülü ceviz bir masa. Masanın üzerinde bir meyve tabağı, beyaz porselen bir servis tabağı duruyordu. Belli ki kendisi için hazırlamış, ancak oturamadan biz gelmiştik. Masada ayrıca bir laptop, türlü cd’ler ve İngilizce bir gramer kitabı da bulunuyordu. Laptop’ın o hanıma ait olup olmadığını, aitse nasıl kullandığını merak ettim. Masanın arkasında bir konsol, konsolun üzerinde türlü türlü siyah beyaz resimler vardı. Fikriye hanım’ın köklü bir İstanbul ailesine ait olduğunu gösteren resimler.
Konsolla kapı arasında yerde bir çok tablo yanyana istiflenmişti.
Tam benim çaprazımdaki koltuğa oturdu. Güzel şifon bir gömlek, koyu renk bir pantolon ve kırmızı ortopedik ayakkabılar giymişti ve içlerine de fuşya çoraplar! Bir ona bir de hemen arkasındaki duvarda asılı duran tabloya baktım. Tabloda kocaman gözlü bir kadın resmedilmişti.“Siz misiniz?”diye sordum. “Evet”dedi. “31 yaşındaykenki halim.Tablo Şükriye Dikmen‘e ait. Şu ve şunu da o yaptı, biri 26 biri 28 yaşındaki hallerim. Bu aslında 6 resimlik bir koleksiyon. Biri Ankara’daymış. Biri de bir yakınımızda. Aslında hepsinin elimde olması için neler vermezdim.”
Duvardaki resim, şu yukarıdakine benzer bir resimdi. Ben resimden anlama, pek ressam da tanımam. (Türk ressam söyle desen Bedri Rahmi ve Osman Hamdi dışında 2 isim daha sayabilirim. Birisi akrabamız olduğu için 2004’te kaybettiğimiz Neşet Dündar, diğeri de en yakın arkadaşımın babası olduğu için Temel Şen. Bu arada Temel Amca’nın 1-13 Mart’ta Kozyatağı Kozzy Alışveriş Merkezi’nde sergisi var. “Aaa ben çok yakınım, gözümüz gönlümüz açılsın” derseniz, aşağıya duyuru föyünü yapıştırıyorum.) Sonradan kimmiş bu Şükriye Dikmen diye baktığımda 1918’de doğmuş, 2000’de ölmüş pek değerli bir kadn ressam olduğunu öğrendim. Genelde yukarıdaki şekilde koca gözlü tek kadın figürleri çiziyormuş.
Hiç sessizlik anı olmadan, ordan burdan konuşmaya başladık. Ancak lafın nasıl olup da reiki’ye, el vermeye geleceğini merak etmiyor değildim. Bir ara kalktı çayı demledi.
Hemen önümüzde reiki 2’ye ait notlar ve yazarını tanımadığım eski bir roman duruyordu.
Mutfaktan gelince Figen’e döndü: “Neden reiki 2 almak istiyorsun?”diye sordu.Figen uzun uzun anlattı. Onaylar biçimde kafasını salladı. “Şimdi bana soracak, ne desem, 10 yıl önceden bahsetsem mi?”diye geçirdim içimden. Detaya girmemeye karar vermiştim. Hiçbir şey sormadı.
Onun yerine 2. Seviyede bilinmesi gereken sembollerden ve bilgilerden bahsetti.
Sonra çevik bir şekilde tekli 2 koltuğu odanın ortasına çevirip, oturmamızı söyledi. Gözlerimizi kapadık, ellerimizi dua eder gibi açtık. 4-5 dakika kadar çevremizde dolanıp, az önce anlattığı o sembolleri yaptı. Yani sanırım. Gözlerim kapalıydı çünkü. Önce sağ, sonra sol elimin üzerine kendi avcunu kapak yapıp 3’er kez vurdu. Gözümüzü açabileceğimizi söylediğinde Figen elleri kalp hizasında kavuşmuş olarak duruyordu. Ben dua pozisyonumu koruyordum.
“Haydi çay içmeye geçelim”dediğinde, kapı çaldı.
Kapıdan kim girdi? Beşinci kadın kimdi? Ayy sıkıldım doğrusu. Siz de sıkıldınız biliyorum. Yarın devam edelim mi?