Ben Kimim?


Korkmayın, bu resmi koyarak kendime “kabak” demek istemiyorum.

Peki “ben kimim” sorusunun ardından bu resmi koyuyorsam ve ben kabak olduğumu düşünmüyorsam bu  kabağı niye koydum?

5846 Sayılı Fikir ve Sanat eserleri Kanunu başlıklı yazımın yorumlar kısmında Selgin GB’nin son yorumuna, o yazıya dek el bildiğim Hande “Aralık’ta geldiğimde birlikte bi kahve içelim mi?” diye soruyla karşılık verince, ben de “boşverin kahveyi topluca yiyelim, içelim, gülüşelim “ önerisini getirdim. 23 Aralık Cuma akşamı bizim evde toplaştık.

Hande çok nazik ve ince düşünen bir insan-tüm ailesi de öyle. (Selgin, yüzünü ekşitme, siz de naziksiniz. Nazik ve KOMİK) Benim yazdığım yazıların satır aralarından itinayla seçtiği (seçtikleri) ipuçlarından ellerini kollarını doldurup o kadar isabetli hediyelerle gelmişler ki, ailemizin tüm fertlerinin  yüzüne yayvan gülücükler kondurmayı başardılar! Yukarıdaki kabağı da hiç üşenmeden, taaa İsviçre’den getirmişler; aramızdaki kabak yazışmalarına istinaden. Yani bu kabak, o kabak.

O akşam, pek keyifli geçti- tüm katkıda bulunanlar için binlerce teşekkürler. Şimdi size şunu yedik, şuna güldük diye anlatacak değilim. O akşamın, benim için en önemli anından bahsedeceğim:

Yemeğin bir kısmında Hande, kakarakikiri’yi izlemeye “gülümsemeyi” düstur edinen sloganı sebebiyle başladığını anlatıp, kendi isminin anlamını bilip bilmediğimi sordu. Cevap için “ııı”larken, fonda kulağımda şu dizeler çalmaya başladı.

“Sazlar çalınır Çamlıca’nın bahçelerinde
Bülbül sesi var şarkıların nağmelerinde
Bir taze emel var şu kızın handelerinde”

“Yanakla ilgili bir şeydi, gamze miydi, gülmek miydi?” diye geveledim.

O beni daha fazla zorlamadı, anlatmaya başladı:

İranlı bir meslekdaşıyla sohbet etmişler. “Hande, Farsça’da tebessümle, kahkaha arası bir kelimeymiş. Selgin’in yorumuyla “Ne tebessüm gibi ezik ve silik, ne de kahkaha kadar haddini bilmez!” Yani dozunda ve ölçülü “gülmek”.

Sonra gözler bana döndü: “Peki Esra ne demek?”

Sahi ben kimim? Esra ne demek?

Hande gelmeden eşiyle konuşmuş, bilememişler. En iyisi isim sahibine sormak demişler. İyi de, sahibi tatmin edici bir cevap verebilecek mi?

“Kur’an’da bir sure” dedim.

“Peki ne demek?”

Politikacılar gibi, direkt cevabı vermeden, topu taca atmaya çalıştım: “Surenin adı İsra suresi, peygamberimizin miraca yükselişinden bahsediyor. “

“Peki ne demek?”

“Kur’an’da bir sure!”

“İyi de manası ne?

Bu noktada kaçarım kalmamıştı: “Bilmiyorum” diye itiraf ettim. Ne ayıp.

O anda aklıma bir şey geldi, lisede edebiyat öğretmenimiz bana ismimin “Sır dolu kadın” demek olduğunu söylemişti. Yine de emin değildim, hiç bir yerde bu manaya rastlamamıştım.

Hemen ertesi sabah araştırdım. İsmim gerçekten peygamberimizin miraca yükselişini anlatan surenin adı. Bu karanlık ve mucizelerle dolu gecede, sureye adını veren “İsra” kelimesi  de (ya da Türkçe okunuşuyla Esra) karanlıkta yol gösteren manasına geliyormuş. (Figeeeeen merhaba, sen bin kez söyledin bana bunu, ama ben duymamışım.)

Çok beğendim. Bilen biliyor, benim diğer adım da “Aylin”. O da “aya ait, ay ışığı, ayın çevresindeki ışık” demekmiş.

Her iki adım da, ne kadar birbiriyle armoni içinde, ne kadar uyumlu, ne kadar birbirini tamamlayıcıymış!

Arkadaşlarım, takipçilerim düşün önüme ardıma; TÜM KARANLIKLARINIZI çift koldan AYDINLATACAĞIM!