Elâlem Ne Hisseder?


Bugün işe gelirken, ışıklarda durdum. Gayet sağlıklı görünen ancak elinde tekerlekli bir yürüteç bulunan bir adam araçların arasında dikilmekteydi. Dileniyor mu, yoksa karşıdan karşıya mı geçmeye çalışıyor anlamadığım içi ona doğru bakıyordum. Adam bu bakışımı yakalayınca hemen bana doğru seyirtti ve acıklı bir ifade takınıp elini bana doğru açtı.O arabaya yaklaşırken, yan koltukta durmakta olan çantama baktım, kapının kilitli olmadığı aklıma geldi. Yan tarafta duran çantayı, bilgisayarı, telefonu kapıp kaçma hikayeleri ışık hızıyla kafamdan geçip gitti. Kapıyı kilitlemem gerektiğini düşündüm. Sonra “adamcağıza ayıp olmasın, arkasını dönünce kitlerim,” diye geçirdim içimden. Arkasını döndüğü anda da “tık” kitleme düğmesine bastım!

Ne hastalıklı düşünce benimkisi. Yani adam çantayı alıp gitseydi, arkasını döndükten sonra kapatmam bir işe yaramayacaktı ki!.Üstelik bir daha görmeyeceğim bir adama “Kardeşim sana güvenmiyorum. Bak benim mahremiyet alanıma girmeye çalışıyorsun. Ben de “tık” kitlerim yüzüne kapıyı” dememin nesi ayıp, nesi aşağılayıcı? Ama malesef bu duygu şekillendirebiliyor başımıza gelenleri.

Şu EJDERHA DÖVMELİ KIZ kitabını okumamıştım, filmini de bir ay kadar oldu seyredeli. Bugünkü olay, orada bir sahneyi hatırlattı bana:

Filmin kahramanı gazeteci, katilin kim olduğunu anlamış, adamın evine gizlice girmiş, ufak bir araştırma yapmaktadır. Tam bu sırada katil eve gelir. Kahramanımız sessizce sıvışmaya çalışırken, katil bunu enseler. Katil kahramanın çakozladığını anlamıştır, ancak sanki anlamamış gibi davranır ve kahramanı içki içmeye çağırır. Kahraman da katili artık bilmesine rağmen, ayıp olmasın diye bu kibar teklifi kabul eder. Tabi bundan sonrası, kahramanı mahzene indirmeler, bağlayıp işkence etmeler… İşte bu işkence sırasında katil der ki: “İnsanların en budala hatası “kibarlık”. Benim katil olduğumu biliyordun. İçki davetimi kabul etmek zorunda değildin. Ama kabalık etmemek için kabul ettin!”

Ben bu sahneden çok etkilenmiştim. O filmde kahramanın yerinde olsaydım, ben de salak gibi gider elimle teslim olurdum katile. Sırf adama ayıp olmasın diye. Belki de ben de kahramanla aynı cins olduğum için bu kadar etkilendim.

Yani bana mı özgü bu “ay ama karşıdaki ne hisseder, ayıp olur” diye düşünüp yaptığım ahmaklıklar acaba, yoksa siz de öyle misiniz, deyiverin? Bir keresinde hele, Kırım Tatarı bir bakıcımız vardı. Bizlerden farklı batıl inanışları, adetleri, alışkanlıkları… Mesela “idrarla tedavi” diye mucizevi bir inanışları vardı. Koca bir kitap getirdiydi bununla ilgili memleketine bir gidiş-dönüşünde. Gözün çapaklandı, idrarını sür, sistit oldun, idrarını iç, elin yandı idrarını dök. Neyse bu ayrı konu…

Bir gün Ayça düşmüş, kafasını vurmuş. Çocuk çığlık çığlığa ağlıyor. Hepimiz yanına koştuk. Kucağıma aldım, zor zahmet sakinleştirdim. Tam çocuk içini çeke çeke kafasını göğsüme yasladı ki… bakıcımız ağzına su doldurmuş, tükürükle karışık suyu puff diye hem Ayça’nın hem benim suratımıza püskürtmesin mi? Çocuk neye uğradığını şaşırdı, başladı yeniden ağlamaya. Kadın rahatlamış şekilde: “Oh iyi oldu. Korkanı kortkutmak lazım ki dengelensin” minvalinde bir şeyler anlatıyor. Ben şaşkın suratım tükürük içinde….”Yazık kadının da görgüsü bu. Şimdi bir şey demeyeyim. Ayıp olmasın.” diye düşünüp tek kelime etmedim kadına, çocuğu susturmaya çalışıyorum yine.

Aytuğ deyince uyandım “Yav kadın resmen tükürdü suratına!” Hakkaten ya, en azından bi ” Bir daha sakın yapma bunu!” diyebilmeliydim. Ayıbın en büyüğü sana yapılmış, sen ayıp olmasın derdindesin!

Neyse farkına varmak, tedavi yolunda atılan en büyük adım!

Dur bakalım, tedavi sürecimde elâleme ayıp etmeyi önümüzdeki günlerde ne kadar dert edineceğim….. ANLATIRIM. Varsa siz de anlatın da, “tek kek ben değilmişim” diye mutlu olayım.