Oku da adam ol baban gibi


Kısa blog geçmişimden öğrendiğim kadarıyla bloglar genelde bir tema üzerinden yürüyor. Mesela aynı kişinin bir günlük duygu ve düşüncelerini yazdığı bir de çektiği fotoğrafları koyduğu iki, hatta bazen üç bloğu olabiliyor.

Kimi gezi notları yazıyor, kimi yemek tarifleri, kimi çok felsefi yazılar, kimi süppper fotoğraflar koyuyor…. Bir grup da benim gibi her aklına geleni yazıyor.

Kısır tarifimle birlikte yemek olayına da el attığıma göre, bir de kitap tanıtırsam edebiyat dünyasının da gönlünü almış olacağım. (Yaaa şimdi hatırladım. Küçük Prens’li bir yazı yazmıştım. Kitaptan çok bahsetmiyordu gerçi ama! Neyse bu da iki numara olsun) Benim tanıtacağım kitap 1898 yılında Recaizade Mahmut Ekrem tarafından yazılan “Araba Sevdası”.

Biraz  da magazinel detay; yazar kitabı 51 yaşındayken yazmış, zaten 67’sinde de ölmüş. Edebiyat çevrelerine girişi Namık Kemal sayesinde olmuş. Daha çok şiir, tiyatro eseri ve hikaye yazmış, şiirlerinin çoğu 3 oğlundan genç yaşta kaybettiği Nejad’a yazılmış şiirlermiş.  Araba sevdası tek romanı. Tek romanla turnayı gözünden vurmuş yani! Tevfik Fikret’e kol kanat gerdiği ve Edebiyat-ı Cedide akımına zemin hazırladığı söylentiler arasında. Bir de şu dikkatimi çekti. Recaizade Mahmut Ekrem de bir çok o dönem edebiyatçısı gibi memur. Anlayacağınız, o dönem de memurlar aynı şimdiki gibi çok yoğun iş yükü altında, vatandaşa bugün git yarın gel diyerek, kendisi laklak yapıp,  şiir yazıp, roman kurgulayıp yuvarlanıp gidiyorlarmış! Zaten romanda da  bu dediğimin ipuçlarını veren çok güzel devlet dairesi tasvirleri var. İşini düzgün yapan memurları tenzih ederim, benim sözüm törpüsünü yaparken kafasıyla karşı masayı gösterenlere!

Sahaflarda dolanırken görüp, “beni al beni al” diye bana seslenince aldığım bu eseri gülümseyerek okudum. Edebiyat dersinden aşina olup, hiç okuma fırsatı bulamamıştım, iyi oldu. Okuduğum versiyonunun dili tabi ki günümüz Türkçe’sine göre sadeleştirilmişti. Türk edebiyatının ilk realist eseri kabul edilmesine rağmen bence yoğun mizah unsurları da içeriyor. Şu yukarıdaki sakallı bıyıklı adamın, bu komiklikleri yazmış olduğuna inanmak zor.

Kitabın kahramanı Bihruz Bey üzerinden dönemin Fransız hayranı, mirasyedi burjuva gençliği hicvediliyor. Parkta gördüğü ve sosyeteden sandığı Periveş Hanım’a fena tutulan Bihruz Bey’in aşkı yaşayışı, dönemin yaşam tarzı hakkında bir çok ipuçları sunuyor. Yemeden içmeden kesilircesine, uğruna şiirler yazarcasına aşık olduğu hanımın avam bir kadın olduğu öğrendiği anda ise, Bihruz Bey tabanları yağlayıveriyor.

Kitap, içerdiği yoğun Fransızca deyim, terim ve kalıplardan dolayı Fransızca öğrenmekte olanlar için de pek güzel bir pratik imkanı sunuyor denebilir. Hiç bilmeyenler için ise, durmadan kitabın arkasına bakıp “ne demek istiyor bu adam?” diye aranmak, sinir bozucu olabilir.

Bir de insan o dönemin özelliklerinin hala nasıl da geçerliliğini koruduğuna şaşakalıyor. Erkeklerin araba sevdası, sarışın kadın tutkuları, kadınların dişiliklerini kullanıp erkekleri parmağında oynatışları, anaların kuzularına kıyamayışları, Fransız’ların çevirdiği dümenler…..

110 küsur yıl geçmemiş aradan sanki!

Kitabın bana göre tek falsosu lönk diye bitmesiydi. Belki de doyamadım o yüzden.

Şu anda Çamlıca tepesine pek yakın çalışan biri olarak, at arabalarında oralarda yapılan gezintileri okurken filan bir zaman yolculuğu yapmış gibi oldum vallahi. Eski Türk filmi seyretmek gibi.

İyi geldi. Tıngır mıngır.