Gazetelerin İK eklerini takip ettiğim dönemde, “CV’ler kişilerin mükemmele en yaklaştığı yerlerdir” gibi bir söz okumuştım.
O zamanlar facebook yoktu tabi. Ve benzeri diğer sosyal paylaşım siteleri de….CV’ler kişilerin kendilerini parlatabileceği tek sosyal platformdu!
Geçen bir tanıdığım facebook duvarına “Hayat tüm insanlar icin facebookta yayınladıkları kadar keyif,neşe mutluluk dolu mu gercekten? Bu ispat çabası kimin ve ne için?” yazmış. (Bu konuda yazılmış harika bir köşe yazısını “N’olur beni daha çok like edin”i buyrun Nil Karaibrahimgil’in köşesinde okuyun tık )
Cevap veriyorum: Bu ispat çabası KENDİLERİ için.
BEN de varım
BEN süperim
BEN şöyle marifetliyim.
BEN şöyle becerikliyim.
BEN var ya BEN….
Yani üstümüze alınmaya, yarışa girmeye, “ay miletin ne harika hayatı var, benim niye öyle değil?” diye hasetlenmeye, “bu kızın da günü 25 saat mi nasıl yetişiyor bunlara?” diye fesatlanmaya hiiç mi hiç gerek yok.
Nerden mi biliyorum. Bu duyguyu ben yaşadım da ordan biliyorum. Yani hasetlenme ve fesatlanma meselesi.
Mesela gazetede eller ojeli, saçlar yapılı, topukluları çekmiş “çocuk da yapmış kariyer de” kadınlar görünce, onların nasıl da hem 5 çocuk doğurup, hem haftada 120 tırnak kesip, hem incecik olup, hem köşe yazıp, hem cafe işletip hem de kocalarıyla aşklarının ilk günkü tazeliğini yaşatabildiklerini okuyunca kendimi bir böcek gibi hissediyor, “Senden de bir halt olmaz kızım! Sıfırsın sıfır” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Ben sırf bu yüzden Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Dergisi üyeliğimi iptal ettirdim yahu! Orda öyle sanal bir mükemmel dünya var ki….Süper mezunlarımızın süper ışıltılı hayatları. Baktım her ay posta kutusundan alınca, pır pır sevinmiyorum, poşetini yırtıp bir solukta okumuyorum, okuyunca iyi hissetmiyorum, keyif almak bir yana okuduktan sonra “ben bir hiçim” diye düşünüyorum…. “Manyak mısın?”, dedim kendi kendime. “Kendine işkenceyi seviyorsun herhalde.”
Önce o dönemki dergi editörüne bir mesaj yazdım. Dedim ki, bu dergi çok takım elbiseli-döpiyesli, çok yapay, çok kurgu! Bunda mizah eksik. Duygu eksik. Her ay bir mezuna köşe verseniz, adı da “Serbest Atış” filan olsa, artık ne isterlerse inişlerini-çıkışlarını, deneyimlerini doğal bir üslupla anlatsalar. Gelen cevap şu minvaldeydi: “Dergi çizgimiz uyarınca, dalında profesyonel olmayanlara yer veremiyoruz. Mezunumuz olan ve halihazırda gazetelerde yazan yazarlarlarla sürekli köşe yazarlığı için temasımız sürmektedir”
İyi mübarek olsun. Ben de üyeliğimi iptal ettirdim. Tavşan dağa küsmüş dağın haberi olmamış…Huzurlu muyum? Huzurluyum. Cehalet mutluluktur!
Bugün bir arkadaşımın doğumgününü kutladım, bana “ben de senin çalışma hızına yetişmek istiyorum” demiş. Zaman zaman da çevremden söylüyorlar, ay nasıl yetişiyorsun, hem çocuklar, hem o iş, hem bu iş,…
Arkadaşlar ordan nasıl görünüyor bilmiyorum, ama “yetişemiyorum”. Yani eğer size on parmağında on marifet, kafası hareli, omzu kanatlı kadın imajı verdiysem, üzgünüm öyle değil. Evet bir çok eser çıkıyor ortaya, çıkanlardan da çok memnunum ama sanırım beni mutlu edecek şeyleri seçerek-seçim yaparak- bu sona ulaşıyorum. Yani her şey aynı anda olmuyor. Vallahi olmuyor. Evi çoğu zaman çok götürüyor! Zaten görünürde düzenli olsa da, dolapları açtın mı, içindekilerin altında kalabilirsin! .Uğraşmalı değil, pratik yemekler yaparım, mesela karnıbahar, lahana hep çiğ yenir bizde. Yemek yoksa kıyın kıyın annemlere yamanırım. Sinirlerim bir yere yetişileceği zaman mutlaka tepemde olur, söylenir ve surat asarım. Ağlarım, bağırırım, göbek atarım. Velhasıl fena halde insanım.
Diyeceğim o ki o allı pullu haberlerdekiler de insan. Facebookta o galada check in yapıp, bilmem ne plajında güneş batıran, nezih sosyetik ailelerle tekne turuna çıkıp, spor salonunda baklavalı karnını “haberim yokmuş gibi çek panpa” pozlarıyla ölümsüzleştirenler de….Onlar sadece kendi güzel anlarını biriktiren, bununla da “bu hayatta ben de varım” beyanı yapmaya çalışan insanlar. Kimsenin kimseye imrenmesine, kendini kötü hissetmesine gerek yok!
Hani eskiden Ayhan Işık’a filan şaşırırlarmış ya, “Aaa onlar da mı tuvalete gidiyor?” diye.
Evet aslında işin özeti bu, altın tozları serpiştirilmiş bir hayatımız varmış gibi görünse de sonuçta hepimiz, ama hepimiz tuvalete girip ıkınırken suratımızı garip şekillere sokan varlıklarız!
Şunu hatırlamalıyız: Hiç birimiz mükemmel değiliz. Ama her birimiz BİRİCİK ve kendi dünyamızın MÜKEMMELİYİZ.
Buyrun herkesin özünden insan olduğunu ve insani duygular taşıdığını bir de Julia Roberts’ın ağzından dinleyin. Notting Hill’den bir sahne. Dünyaca ünlü bir aktrist olan Anna, Notting Hill’li kitapçı Will’e aşık olmuştur. Will’in kitabevine gelip aşkını itiraf eder. Will ise birinin Beverly Hills’de, diğerinin Notting Hill’de yaşadığını, birini tüm dünyanın tanıdığını, diğerini annesinin bile zaman zaman hatırlamadığını söyleyerek bu aşkın mümkün olmadığını söyler. Anna’nın kitabevini terk etmeden önceki sözleri şöyledir: “Bu şan şöhretin GERÇEK olmadığını biliyorsun değil mi? Burada ben sadece bir adamın önüne gelmiş, ondan kendisini sevmesini isteyen bir kızım.”