Müşteri Maymuniyeti


Bu olay başımıza geldiğinde, oracıkta and içmiş sosyal medyada, blogda, kulaktan kulağa kibirlerinden, burnu büyüklüklerinden, müşteriyi hor görmelerinden bahsedip o kafeye ders vermeye karar vermiştim.

Yaptım mı?

Hayır.

Yani bugüne kadar. Ama zaten, olayın üzerinden 1 yılı aşkın zaman geçti. Sinirim söndü, öfkem küllendi.

Üstelik. Üstelik ilahi adalet lafımı bana fena halde yedirdi. “Bir daha adımımı atmam” dediğim o kafede bir kaç ay içinde fotoğraf çekimi yapmak zorunda kaldım. Ama bunu başka yazıda anlatırım.

4 kadın geçen sene Karaköy’de buluşmaya karar verdik. Sorup soruşturup “Karabatak” isimli o popüler kafeye gittik. 4 kişilik bir masada oturup, laflamaya başlamıştık ki…   bir arkadaş daha aradı ve spontane biçimde bize katıldı.

Normal olarak n’aparsınız? Masaya bir sandalye daha ekler, muhabbete kaldığınız yerden devam edersiniz.

Ama öyle olmadı. Garson gelip: “Malesef” dedi, “sandalye koyamıyoruz. Konsepte aykırı”

Espri sanıp, kikirdedik.

Hayır garson ciddiydi.

Biz hala işi şakaya vuruyorduk: “Ne yani 3 kişi şu masaya, 2 kişi diğerine, ayrı ayrı mı oturalım?” dedi aramızdan birisi.

Garson “Evet” dedi.

Hala ciddiydi.

Ne dediysek işe yaramadı.

Ben milli duygulardan girmeye niyetlendim: “Türk değil misiniz yahu siz? Bizde nasıldır, Lahmacuncuda patates kızartması ister gelen ailenin çocuğu. Gider yandaki restorandan bulur, yine mağdur etmez müşterisini. N’olacak? Biz sığarız buraya, sıkışırız 5 kişi.”

“Hayır efendim. Problem sığmak değil. Konsepte aykırı. Sizi içerideki salona alalım, orada 5 kişilik yer var.”

“Ama orası yemek kokuyor.”

“Yapabileceğim bir şey yok. Konsepte aykırı.”

“Yetkili birini görebilir miyiz?”

Yine “konspete aykırı” diyecek diye korktuk. Demedi.

Ama garsonun yerine gelenle de bir yere varamadık.

———————————————————————————————————-

İnsan istiyor ki, “konsept” değil “sen” önemli ol.

Şimdi şöyle demiş olsalardı, biz koşa koşa geçmez miydik?

“Efendim, bir sandalye daha çekeriz tabi. Hiç sorun değil. Ama siz daha geniş bir masada daha rahat edersiniz. Ben taşıyayım eşyalarınızı. Hazır edince sizi çağıralım.”

“Ama orası yemek kokuyor.”

“Hemen havalandırıyoruz. Biz taşıyana kadar, havalanmış da olur.”

———————————————————————————————————

Şimdi ben bunu yazdım diye, oraya gitmekten vaz geçen olur mu?

Sanmıyorum.

Ama benim gitmeyeceğim kesin. Beni “maymun” eden değil, “memnun” eden yerleri tercih ediyorum.

Yani…. o fotoğraf çekimi dışında.

Not: Aslında bu “konsepte aykırı” lafı yıllar önce Moda’da bir otel roof’unda bar taburesinde yemek siparişi vermeye çalışan 2 arkadaşımızla hayatımıza girmişti. Efendim bar taburesinde yemek yemek “konsepte aykırıymış”. Yemek, bar taburesinin 1 metre ötesindeki masalarda yenilebiliyormuş. O zaman, bu olaya epey gülmüş ve fakat kendi başımıza gelebileceğine hiç ihtimal vermemiştik. Pşşşt o 2 arkadaş, bu satırları okuyorsanız şu otelin adını da veriverin de  herkes bilsin, giderlerse sadece masada yemek yiyebileceklerini!

“Toştoşlarına kurban olurum” Kafası


“Boş ver “dedim de, insan duramıyor vallahi.

Şu Özgecan ve sonrasındaki dönemde vuku bulan yirmiye yakın erkek vahşetine baktığımızda…. maalesef bu günahın önemli bir kısmı da KADINLARDA!

Yoo, “o da mini etek giymesinmiş”,o saatte dışarıda ne işi varmış” değil çıkış noktam. Ona cevabı “köpekler, eşekler, kazlar hatta damacanalar da mı mini giymiş?” şeklinde verdiler zaten. Çıkış noktam “kadınların” özellikle de “erkek annelerinin” bu erkek egemen kültür yangınına ellerinde körükle, hatta en önden koşturması!

2 kızım var, sanırım biliyorsunuz. Birincisi elimde, ikincisi karnımda bir tren istasyonunda beklerken, yanıma oturan kadın “Karnındaki ne?” diye sorunca “Bu da kız” demiştim de, acıyarak “Olsun” demişti. Kadınlarda bu “Erkek makbuldür” kafası oldukça, biz daha çoook ah vah ederiz.

Neyse bu iki kızım tiyatro kursuna gidiyor hafta sonları. Kursun facebook sayfasına sınıfın kızlı erkekli toplu resmini koymuş, altına da hepsiyle çoook gururlandıklarına dair çok dokunaklı bir yazı yazmışlar. Hop hemen bir yorum: “Bizim oğlumuz hemen fark ediliyor valla. Allah nazarlardan saklasın “

Hemen altına biri: “En yakışıklı benimki” yazmış. Sonra “abarttım sanırım biraz” diye düşünmüş olmalı, devam etmiş ” Kusura bakmayın çocuklar hepiniz güzelsiniz….ama benimki”

Sonra durur mu bir babaanne (ya da anneanne) yapıştırmış cevabı “En yakışıklı benim torunum. Ama hepinizi seviyorum”

Bir kız annesi de dememiş ki: “Kızım da kızım”

Evet belki İsviçreli bilim adamlarınca yapılmış bir araştırma sonucu yok elimde, ya da Amerika’nın pek prestijli bilmem ne üniversitesinden… Ama işkembeden de atmıyorum, uzun süreli gözlemlerime dayandırıyorum. Bizim anaokulunun sayfasında da görüyorum örneğin; o ışıl ışıl çocuk resimlerinin altına, yazılabilecek binlerce şey varken, erkek çocuk anneleri, (halaları, teyzeleri, anneanneleri, babaanneleri) sadece kendilerininkine odaklanıp “Paşam”lar mı istersiniz “Kurban olurum Yaradana”lar mı? Ya da “Çok canlar yakacak” mı? Uğruna canlar feda edip türlü türlü methiyeler düzüp duruyorlar.

Eyvallah.

Sevmeyin demiyorum erkek evlatlarınızı, torunlarınızı.

Sevin tabi. Hem de doya doya. Zaten “sevgisiz” büyümesi çok tehlikeli.

Ama “TAPMAYI”  da bırakın arkadaş yahu…

———————————————————————————————————-

Bu “erkek vahşeti”ni kadınların körüklediğine dair tezlerim burada bitti sanmayın. Şu da var: “Hemcinsime ‘yollu’ der, anasına etmediğim küfrü bırakmam. Sonra da kadına saygı beklerim” kafası

Eserse onu da yazarım.