Rahaaaat, hazırol!


Photo 20.02.2014 09 12 13

 

Sahil yolundaki refüje önce lale dikildi. Sonra mevsimi geçince yerine sarı, pembe minik çiçekler dikildi. Sonra onların da mevsimi geçti, sanırım daha dayanıklı olur diye onları söküp gül diktiler. Dikeni birine BATMIŞ olacak ki onları da söküp şimşir diktiler. Ondan sonra bir ara zakkum diktiler. Hah bunlar kalıcı olur diyorduk ki,onları da söküp bu ağaçları diktiler.

Sonra ne o öyle yapraklar gelişigüzel uzamış, olmaz böyle, nizam intizam lazım deyip hepsini budayıp, resimdeki gibi düdük şekerine çevirdiler. Parmaklarını ağaçlara doğru sallayıp, “Hepinizden en az üç filiz istiyorum. Gece saat 10’dan sonra fotosentez yapmak yok. Yasak değil de, bir nevi düzenleme. Kışın yapraklar dökülmeyecek, her daim yapraklarınız üzerinizde olacak. Afedersiniz bir çınar ağacı gibi çıplak kalmak bize yakışmaz. “ dediler.

Ağaçlar, odun olduklarından olsa gerek, hiç ses çıkarmadılar.

 

“İYİ” misiniz?


Bir akşam dua etmiştim. 2 farklı dilek dilemiştim:

1- Yazdıklarımla tanımadıklarıma da ulaşmayı

2- Bir kız çocuğunu okutabilecek bir bütçe ayırabilmeyi

Çok kısa bir süre sonra, İmza: Kızın fikri düştü aklımıza, YEKÜV çıktı karşımıza. Ve yaradanın kusursuz sisteminde iki dileğimi bir arada tecrübe edebildim. Üstelik bu işi bir çok kadın bir arada yaptığımız için duygu da katmerlendi! Birilerini İYİ hissettirmek insanı ÇOK İYİ hissettiren bir şey.

Benim dinlerken bile tüylerim diken diken oluyor. Şu geçen Kabataş hikayesinde buluştuğum arkadaşım HARİKA bir şey yapıyor. Gezi sonrası kurulan bir oluşumla, üniversite ya da lisedeki gençlerle haftada bir buluşup, dertlerini dinliyor, sıkıştıkları yerlerde yol gösteriyor, ağbilik ablalık yapıyorlar. Kişisel gelişimleri için akademik ders verenleri de var. Maliyetsiz, sadece vakit ayırarak yapabileceğiniz bir şey. Ama o çocuk için ne kadar önemli, hatta paha biçilemez.

Yine geçenlerde bir melekle tanıştım, o da bana kızıyla ve bir grup melekyürekle düzenli olarak çocuk yuvalarına gittiklerini anlattı. Bu satırları okuyorsa belki kendisi oluşumlarıyla ilgili detaylı bilgi verir, sizler de katılmak istersiniz. Bilseniz ne hikayeler varmış oralarda, işte o kanadı kırıkların kanatlarını onarmaya çalışıyorlar, üstelik sadece saçını okşayıp onu dinleyerek.

Minik minik yeşeriyor İYİ’likler böyle. Helal size.

Bugün de Yonca Tokbaş gençlerin topluma katılımını ve kişisel gelişimini destekleyen bir çok projeyi yürüten Toplum Gönüllüleri Vakfı‘nı yazmış. (Yazı için tık) Vaktim yok diyorsanız nakitle, naktim yok diyorsanız vakitle destek olabilirsiniz.

Bir yerden bir şeyleri YEŞERTMEK lazım. Zira baharın geldiğini o YEŞİLLERDEN anlarız.

 

Ara Sıra Kafanızı Kaldırın, Etrafınıza Bakın


Dün bir arkadaşımla Bostancı deniz otobüslerinde buluşup, Kabataş’a gidelim, şu son günlerde büyük tartışmalara sahne olan mekanı yerinde inceleyelim diye sözleştik. Hem şu 70-80 üstü çıplak deri pantolonlu adamı görürüz, “ayıp ayıp” diye fırça kayarız filan dedik.

Gel gör ki 1 saat erken gittim, buluşma saatimizden. Fırsat bu fırsat, iskelenin yanındaki cafeye oturdum, laptopumu açtım, yetişmesi gereken işleri yapıyorum. Arkadaşıma da mesaj attım: “Ben geldim, gelince sen de şu cafeye gel” diye. Gömdüm kafamı, takada tukada yazı yazıyorum.

Ostrich-man-head-in-sand

Halbuki arada bir kaldır kafanı etrafa bakın di mi?

Buluşma saati geldi, ben toparlanmaya başladım aheste aheste. Bu arada telefonu çıkartıp arkadaşımı aradım. Aradığım numaraya ulaşılamıyor. Ya kapalı, ya kapsama alanı dışında. Aaa hay Allah acaba deniz otobüsünü kaçırır mıyız filan derken, cafenin tam önünden bezgin bir ifadeyle geçmekte olan arkadaşımı gördüm. Camı tıklattım. Yüzü aydınlandı. “Oh” dedi “buldum seni”

Meğer o da 1 saat erken gelmiş. (İstanbul gibi bir şehirde tarafların her ikisinin de 1 saat erken gelme olasılığı nedir acaba?) Ama deniz otobüsünde buluşacağız diye orada beklemeye başlamış. Telefonunu evde unuttuğu için benim mesajı filan görmemiş. Bakmış ben gelmiyorum, cafenin önünde bir aşağı bir yukarı arşınlamış oraları. Ben buluşma saati olarak deniz otobüsü kalkış saatini hatırladığım için de binmeyi planladığımız deniz otobüsünü kaçırmışız! Halbuki şöyle bir kafamı kaldırsam, önümde volta atmakta olan arkadaşımı göreceğim…

Yazının ana fikri siz siz olun hayat gailelerine gömülüp gitmeyin, bir şeyleri kaçırmamak için arada etrafınıza BAKININ.

Neyse bu devirde telefona filan ihtiyaç olmadan kavuştuk ya, bir sonraki deniz otobüsünün 8 saat sonra olmasını çok dert etmedik. Taksim dolmuşuyla karşıya geçtik.

Kabataş’a dönüşte uğradık. Beltaş’ta büfedeki tostçuya sordum “Az önce  burdalardı, tost yiyip gittiler abla. Bak işte fotoğraflarını çekmiştim.” dedi.Telefonunun ekranını burnuma dayadı.

BgYQV5jCUAEv66w

Bir dahaki sefere görürüz, kulaklarını çekeriz artık!