Tescil


Dün akşam alt komuşularımızın kızları öğretmenciliğe son verip 21:30 civarı evlerine döndükten sonra Ela’da bir kıpırdanma başladı. Kağıtlar, dosyalar, kalemler ortaya çıktı…

Meğer haftaya salı günü İngilizce portföy sunumları varmış. Sene boyunca yaptığı çalışmaları “artık ihtiyacım yok” diye attığı için ve öğretmen de “o dosyayı yarın istiyorum” dediği için harıl harıl bütün bir sene yaptıklarını arkadaşının dosyasından kopyalamaya başladı.

Ben epey bir söylendim; “madem bu kadar çok ödevin vardı, niye arkadaşlarınla öğretmencilik oynayarak vakit kaybettin” diye. O da kah isyan etti, kah kuzu gibi dinledi. 11:30 civarı artık çok yorulduğu için yapabildiği kadarını yapıp yattı.

Sabah kalkınca kaldığım yerden söylenmeye devam ettim.Benim bıraktığım yerden babası aldı sazı. Sonunda dayanamadı gözlerini aça aça “N’apıyım, dolabımı toplarken artık kullanmayız sanıp attım. Gece geç saatlere kadar uğraşan benim. Size ne?” dedi.

Biz Aytuğ’la pısıp mutfağa kaçtık.

Aytuğ’a döndüm:

“Bu gerekli gereksiz her şeyi atmaları filan sana çekmiş sevgili kızının,” dedim.

“Böyle gözlerini kocaman açıp laf sokmaları da sana çekmişl. Al bak aynı bu haline işte,” dedi.

Tam gülecektik, Ela yanımıza geldi.

Bir fırça daha yemeyelim diye sustuk.

O bakmazken Aytuğ bana doğru eğildi:

“İyi. Kesin bizim kızımız yani. Tescillenmiş oldu,” diye fısıldadı.

Ela ters ters baktı.

 

 

Umut, ümit ve bunun gibi şeyler…


Geçenlerde fırsat sitelerinden birinden “Son iki gün, dünyayı kasıp kavuran köpük balon gösterisi, yüzde şu kadar avantajlı fiyat!” diye çok cezbedici bir mesaj geldi.

Ben de dayanamadım, Ela’ya, Ayça’ya, bana üç bilet aldım. Cumartesi günümüz çok dolu olduğu için, pazar gününe aldığımı bir kez daha kontrol ettim, saatini teyit ettim ve “satın al”‘a bastım. Fırsat kuponu olduğu ve daha sonra biletix’te bilete çevrilmesi gerektiği için: “İadesi yok, yine de tamam mı?” diye sordu. “Tamam dedik ya!”‘yı tkladım.

Sonra da bizim kızlara müjdeledim.

Ertesi gün biletixte kuponları bilete çevirmem gerekiyordu. Bir girdim, eeee aldığım kuponlar cumartesi tam da başka programımız olan saate ait değil mi? Foşşşş başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Nasıl da başım ağrıyor! Okulda da nasıl karışık bir gün!

“İadesi yok, yine de tamam mı?” yazısı yandı yandı söndü gözümün önünde!

Hemen diğer seçenekleri düşündüm:

1- Biletleri gidebilecek birisine vermek

2- O saatteki programı iptal etmek

3- O saatteki programımız olan çocuklara da bilet alıp, topluca gitmek

4- Biletleri yakmak (alev alev değil tabi:))

Hepsi için o kadar çok telefon görüşmesi gerekiyor ki….

Gözümde büyüdü.

Yine de bir kaç arkadaşımla telefon konuşması yaptım. Çok ümitsiz, çok umutsuz cevaplar aldım.

Sonra bir şey dürttü; ilk önce fırsat şirketini aradım: “malesef efendim. değiştirme yapamıyoruz” dedi. Tüm bu doneler üzerine hiç yapmayacağım bir şey yaptım ve değitirmeyeceklerini bile bile biletix’i aradım. Derdimi anlattım.

Ve telefondaki kız: “Eğer yeni istediğiniz tarihe bilet alırsanız, eskileri iptal edebiliriz” dedi.

Bir an duraksadım: “Emin misiniz?” diye sordum. “Eminiz dedik ya” dedi kız, aynı benim bilet alımını onaylarkenki ukala tavrımla. Yani tam olarak bu kelimelerle  demedi de bu kapıya çıkan bir şeyler söyledi.

Bunun üzerine ben seke seke, tekrar fırsat sitesine girdim, 3 yeni bilet daha aldım. Hoop onları da biletixden bilete çevirdim. Elimde 3 cumartesi bileti, 3 pazar bileti ile tekrar biletix müşteri hizmetlerini aradım.

Aybike Hanım açtı.

“Aaaa” dedi “siz bu biletleri fırsat kuponu olarak almışsınız. Fırsat kuponu biletlerinde değişiklik yapamıyoruz.”

Tısssssss.

Kaldım mı elimde 6 biletimle, 10 dakika öncesinden daha eksi bir bakiyede?

“Ama” dedim “bana böyle bilgi verilmedi.”

Aybike Hanım kibarca daha önceki telefon kaydımı  dinletmek üzere istek açtı.

Ve değerli okurlar, sadece yarım saat sonra Aybike Hanım geri aradı: “Haklısınız, size yanlış bilgi vermişiz. Bu yüzden biletleri geri alacağız. Ödeme yaptığınız kredi kartına iade gerçekleşmiştir” dedi.

Kesin ve kati olarak olmaz gibi görünen şeyler için bile yukarısı hiç beklenmedik, mucizevi ve bir an için beterin beteri gibi görünen bir çözüm getiriveriyor.

Diyeceğim o ki, Aybike Hanım’dan önce telefonuma cevap veren ve yanlış bilgi verip bana bir kıyak yapan Biletix çalışanı büyük ihtimalle o günden sonra Biletix’de çalışamadı.

Ama keşke bu yazıyı okuyabilse ve işten atıldığı için üzülmese. Çünkü ÜMİT HEP VAR!

İyi ki de var.

 

 

 

 

 

 

Bir varmıııış bir yokmuş, küçüüüük bir gezegende yaşayan Otto’lar varmış!


Ühü ühü ühüüüü. Bu yazı bir yardım çağrısıdır. “Bize yol yöntem söyleyin” çağrısıdır. Anlatayım:

Tam İmza: Kızın’ın koşturmasının hafiflediği günlerde arkadaşım Mine ile dedik ki: “Yahu ne diye Türkiye’deki tarihi turistik yöreleri tanıtan, çocuklara yönelik bir kaynak yok’  diye söylenip duruyoruz?-bkz şu yazı- Hadi birlikte bir kaynak yaratalım!”

Çok büyük heyecan ve şevkle kolları sıvadık. 8 kitap sürecek bir macera örgüsü yarattık; Türkiye’nin 7 bölgesi artı İstanbul’u kapsayacak, bir bilim kurgu, macera ve eğitici kitap dizisi…

Asıl kahramanlar ikisi kız, ikisi erkek yazlarını Heybeliada’da geçiren 4 genç-ergen! Onların eşlikçisi ise, güneş sistemindeki bilinmeyen OttoDON gezegeninden gelmiş Otto’lar denilen, 25 cm boylarında, 8 şeklinde yaratıklar!

Otto’lar ufak bir hata sonucu Truva atına gelmek isterken, hooop bizimkilerin bahçesindeki ağaç eve ottozonlanıveriyorlar! Ve bu mecburi karşılaşmadan sonra da gezegenlerinin bilge kişisi Uluotto’yu, Uluotto’nun bıraktığı ipuçlarını takip ederek, birlikte aramak zorunda kalıyorlar.

Marmara bölgesini (İstanbul hariç) içeren ilk kitabı tamamladık. 160 sayfa oldu! Biz yazdık diye söylemiyorum, öyle uçuk, öyle kaçık, öyle datlu oldu ki. Azıcık öğreten dozu fazla kaçmış olabilir mi bazı yerlerde? Belki de. Ama editörler ne için? Aaa bu arada Mine’nin kocasına okuttuk zorla, hani bir erkek gözü de görsün diye. Yorumlarından biri bizi kopardı: “İki annenin yazdığı anlaşılıyor, hiç bir öğünü atlamamışsınız!”

Öğün kaçırmadığımız gibi, hep sağlıklı ve yöresel besinler yediler evelallah; Edirne’de ciğer tava-ayran (ayy nasıl canım istedi), Çanakkale’de peynir helvası, Altınoluk’ta zeytin…

Şimdi Karadeniz bölgesini yazıyoruz.Ancak Otto’lar ve Bizim Kafadar’lar Sümela Manastırı’nda kalakaldılar? Neden mi? Hangi yayınevi ile görüşsek, başta bir umut, sonra tıssssss. Derin bir sessizlik. Hatta bir ara sponsor bile bulduk sandık, bir çocuk ürünü markası. Hemen hayallere kapıldık: O çocuk markası Otto diye ürün çıkartsa, peşine bizim kitabı bastırsa, Türkiye’nin markasından Türk çocuklarına dese….Ama orda da bir sessizlik.

Acaba hepsini yazıp Kültür Bakanlığı’na mı gitsek?

teknoşirinNe yapsak. Biz bu OttoDON’ları bastırmak için mi yazsak? Bastırmayacak olsak da mı yazsak?

Ya vallahi güzel oldu. Ben öyle kolay kolay güzel demem kendimin parmağı olan şeye.

İşte böyle. Fikri olan beri gelsin. Yine bi ühü ühüüüüü….

İmza: Karın da geçen hafta sonu itibariyle raflarda…


Geçen sene bu zamanlar başlayan heyecanlı ve hummalı koşuşturma Kasım 2012’de mutlu sona ulaşmış; 114 kişilik bir duygu seli olan İmza: Kızın canlı kanlı (lafın gelişi) vücuda gelmişti! Oysa ki bu başlangıçtan sadece 1 ay önce Selgin‘in ve benim ara sıra “yaaa topluca bir kitap yazsak. anı olur. çocuklara kalır” diye geyiğini yaptığımız bir hayalden ibaretti.

İmza: Kızın rehavetini daha atmadan “eee sonra?” dediler.” Sonra mı? Sonrası belli. “Babasına yazan kızımız büyüyecek bu sefer kocasına yazacak.” dedik.

Dedik ama, kafa bu durmuyor ki. Sürekli düşünüyor. Kafada yeni yeni şeyler olunca -ki onlardan da bahsedeceğim sırasıyla-, gün sadece 24 saatten oluşunca ve İmza: Kızın koşturması bitmeden, İmza: Karın tam gaz başlayınca, bzzzt oldum.

Banu işte bu sırada bir süper kadın edasıyla, elini hafifçe böğrüne vurup, başını sufi misali mağrur eğip: “Bende” dedi.

Hakikaten de yine harika bir 128 mektupluk sosyal sorumluluk projesi çıktı ortaya.Telif gelirinin bağışlanacağı STET kanalıyla bir çok kadının yüzü gülebilecek. Eminim.

Bal tutan parmağını yalar, ben basılmadan önce okuma şansına sahip oldum.

imzakarinönkapak-horzHadi arım balım peteğim, ruh eşim, kader ikizim mektuplarını bir kenara koyayım -ki ben hiçbir zamana hayatta bu kadar iddialı laflar edebilenlerden olamayacağım herhalde- , böyle taaak diye on ikiden vuran, insanın içine işleyen, çok yaratıcı, tatlı tatlı dokunduran, kıyıdan kıyıdan laf sokan süper mektuplar var yine.

Benim zaten aşina olduğunuz dizelerim yer alıyor kitapta.

Annem ise babama bir mektup döşendi.

1 ay kadar önce babam çekti beni kenara:

“Ne yazmış annen benim için?” diye sordu. Ölüyor meraktan. Acaba mahrem konulara girdi mi? Kırgınlıkların mı altını çizdi yoksa güzel anları mı yad etti?

“Bilmiyorum” dedim. “Banu toparladı bu kez. Benim dahlim yok! Yazıp yazmadığını bile bilmiyorum.”

“Görmedin yani annenin mektubunu!” dedi, inanmayarak.

“Görmedim” dedim manalı manalı gülerek.

Baktı laf alamayacak, çaresiz ikna olmuş göründü.

Siz de merak ediyor musunuz, annem babama ne yazmış? Hemen bir kitap alın, 138. sayfaya bakın!!!!

Aslında merak etmiyorsanız bile alın… Hem 128 kadının dünyasına bir göz atın, hem de ihtiyacı olan kadınlara destek olan ellerden biri olun!

Suskunluğum kesinlikle asaletimden değil…


Üfff. Kocaman bir sarmala girdim. Yazmadıkça yazAMAMA sarmalı. Yoksa hayat tam gaz, gülmek tam gaz, ağlamak tam gaz, yüreği pır pır etmek tam gaz…

Kocam bir kitap almış, adı “ErteleME”. Yazarı Steve Chandler 240 sayfa boyunca başka başka şekillerde özetle: “liste yap, harekete geç” diyor.

Sonra okulda bir oyun oynuyoruz. Her hafta 5 soruluk bir test yapıyoruz öğretmenler arası. En çok doğru cevap verene bir kitap hediye ediyoruz. Başta soruları ben hazırlıyordum; şimdi bir önceki haftanın kitap kazananı hazırlıyor. Ben sadece ödül niyetine verilecek kitapları alıyorum. Aldığım kitap daha önce okumadığım bir kitapsa şöyle bir göz atıyorum ki, uygunsuz bir şey vermeyeyim. O şekilde ödül olarak internetten aldığım “Buse Cinayeti” sansüre takıldı mesela. Ben daha önce Mehmet Murat Somer‘in  Hop-çiki-yaya polisiyesi serisinden okumuş; mizahi ve akıcı tarzını da beğenmiş idim. Bu kitap da elime ulaşınca, şöyle bir sayfalara göz attım. Yine mizahi, yine akıcı, yine hiç aşina olmadığımız travesti dünyası hakkında. Ama işte okulda ödül olarak verilecek bir kitap da değil. Neyse anlatacağım bu değildi.(Bu arada yazarın kitaptaki öz geçmişine bayıldım. diyor ki “1959 doğumlu ve 25 yaşındadır.” )

Bu haftanın kitabı da “Nil’in Kelebekleri” . Şöyle rastgele ondan da bir sayfa açtım: “Aksiyona Geçmek İsteyenlere Sevgilerimle”. Aaaa bu yazıda da, “liste yap, küçük parçalara böl, harekete geç” diyor…

Bana bir mesaj olmalı. Yani, bu yazı benim liste yapma yazım.

İşte önümüzdeki günlerde yazacaklarım:

1- Benim ağzımdan İmza:Karın
2- Otto’ları tanıyalım
3- Okussss-Pokusssss iki tavuk bir horozzzz
4- Bir dürüstlük yazısı
5- Cemal Süreya
6- Şekspir’in bize ettikleri
7- Annelik nedir?

Sıralama değişebilir.

Araya başka yazılar girebilir.

İkisinden bir arada bahsedilebilir…

Ama işte buraya böyle mıh gibi çakayım da, yeri geldikçe anlatayım.Söz uçar yazı kalır sonuçta.

Bu arada hafta sonu Istıranca’lara gittik. Konudan konuya atlıyorum ama, birikince öyle oluyor. Kafa dağınık, anlatacaklar çok. İdare ediverin.

Baharda öyle güzel, öyle huzur verici ki yollar… Buzağılar, oğlaklar, kuzular, tomurcuklar, çocuklar… Her şeyin tazesi, miniği, körpeciği ortalarda. Köylerden birinin çıkışında bir levha:

“Organik Halı Yıkama”

Yahu tamam. Organik yumurta, organik manda yoğurdu, organik süt, organik domates-patlıcan…Halının organik yıkaması nasıl oluyor?

“Belki” dedi kocam “seriyorlardır halıyı. Salıyorlardır 4 keçi. Yalayın, diyorlardır. Al sana organik halı yıkama!” 

Olur mu olur.

Biri de salsa bir keçi bizim arabaya, şöyle organiğinden bir yalatsa. Dağlar iyi hoş da toza bulandık vallahi!