Ev dekorasyon ürünleri satan bir internet sitesine girdim, pleksi panellerden bakmak istiyordum. İnsanın gözü dönüyor vallahi, ne kadar güzel, ne kadar estetik şeyler var. O sırada Ela geldi, artık prensesler, çiçekli böcekli etiketler yapışık duvarlarını çok bebeksi bulduğunu, boyanmasını ya da duvar kağıdı kaplanmasını istediğini söyledi.
“Ben yaparım” dedim. Bir cahil cesareti geldi üstüme. Yazın boyatırız, o zamana kadar da idareten ben, çok sıkıldığın yerleri duvar kağıdı kaplayabilirim. Sitede bir de kendi kendinize nasıl duvar kağıdı yaparsınız videosu var. Onu seyrettim, kendime olan inancım katmerlendi, öyle basitmiş gibi anlatıyorlar ki… Ela ise “zormuş anne boşver, ben yaza kadar beklerim” dedi. Buna rağmen 3 rulo sipariş verdim. İlk evlendiklerinde bir arkadaşım kocasıyla kendi kendilerine duvar kağıdı döşemeye kalkışmışlardı. Tutkalı az, suyu fazla koydukları için de emek emek yapıştırdıkları kağıtlar, arkası kuruyunca yeri boylamıştı. Sabaha bir kalkmışlar, kağıtlar kıvrım büküm yerlerde. Gözlerinden yaş gele gele anlatmışlardı. Olsun ben yine de yapacağım. Alt tarafı benimkiler de hava kabarcıklı, eğik, bükük olur. Maksat macera. Sonucu haberdar ederim.
Benim esas yazacağım şey babam ve cürreti.
Ama ondan önce bir şey daha geldi aklıma. Biz yeni üniversiteyi bitirmiştik. Arkadaşım Bilge ile aramızda ilk işe başlayan arkadaşımız Pınar’a bir “işe başlama hediyesi” alalım dedik. İşi de banka gibi ciddi bir kurum olunca, klasik iş hediyesi dolmakalem aldık. Hediyeyi birazcık kişiye özel yapmak için, üzerine iyi dileğimizi ve adımızı yazdıralım istedik, şöyle güzel el yazısıyla kalemin üstüne oyuyorlar ya. Ama Taksim’i alt üst etmemize rağmen ve gezmediğimiz kırtasiyeci, uğramadığımız kuyumcu kalmamasına rağmen notumuzu yazdıramadık. Artık ümidimizi kaybediyorduk ki, Bilge gözleri parlayarak bana döndü: “Ben yazarım, şöyle bir pergel ucu filan bulalım!” dedi. Sanırsın önceki hayatlarında cilalı taş devrinde, taşları şekillendirerek tecrübesine tecrübe katmış, sonrasında da oyma-kakma ustalığı yapmış bir meslek erbabı! Öyle kalakaldığımı hatırlıyorum, yıllar sonra da bu cürretine hala güleriz.
– Not: Bu kısmı evde denemeyiniz-
Neyse babama gelirsek. Geçenlerde annem ağlayarak aradı:“Esra baban kuşun gövdesini yıkıyormuş. Eline göğüs kısmında bir çıkıntı gelmiş. O da ur olduğuna karar verip, ateşle ve kolonya ile sterilize ettiği makasla kuşun çıkıntılı bölgesini yarmış. İçinden yemler, pislikler vb çıkmış. Sonra da kesiye baticon sürmüş. Kuş öyle halsiz duruyor. Bence kursağını kesmiş. Kuşun yediği de yaramayacak bundan sonra….”
“E niye veterinere götürmemiş?”
İşte babamın akıllara durgunluk veren cevabı burada geliyor: “Her veteriner kuştan anlamaz!”
Evet, her veterinerin anlamadığı kuştan, sade bir vatandaş anlıyor. Şapka çıkarılacak bir cesaret.Gerçi kendisinin sicilinde dişimizi çekmişliği, çibanımızın cerahatini boşaltmak suretiyle iyileştirmişliği, çocukken kafamızdaki bitle Kwell yerine zirai ilaçla mücadele etmişliği ve türlü karma iğneler oluşturarak 1 haftadan az sürede gribi iyileştirmişliği de var.
İşin güzel yanı ameliyatın üzerinden 1 hafta geçti. Ve kuş eskisinden daha canlı şekilde cıvıldıyor, tek tek basıyor, gerdan süzüyor! Eğer öyle olmasaydı, zaten buradan böyle göğsümü gere gere, yazamazdım!
Tüm bunlar ışığında bendeki tuvalet kağıdı rulosu alır edasıyla “sarın 3 rulo duvar kağıdı” durumu genetik olmalı… Henüz canlılar üzerindeki çalışmalarıma başlamadım. (Tabi kızlar üzerinde uyguladığım sarmısak karışımlı ilaçları saymazsak.)