Çocuklara Laf Olsun Diye Sorulan Kıl Sorular


  • Okul nasıl gidiyor?
  • Okulun nasıl gittiği annemin-babamın problemi sana ne? Gidiyor işte, gidiyoruz geliyoruz. İyi değilse ne yapacaksın, beni okuldan alıp berbere çırak mı vereceksin. 

 

  • En çok anneni mi, babanı mı seviyorsun?
  • En çok sizi seviyorum. Bana harçlık verir misiniz?

 

  • Ne tatlısın sen, çok mu şeker yiyorsun?
  • Eveeeet. Siz de çok şekersiniz. Sizi de yiyebilir miyim?

 

  • En sevdiğin ders hangisi?
  • Sizin en sevdiğiniz ev işi hangisi?

 

  • Büyüyünce ne olacaksın?
  • Büyüyünce büyük olacağım, ama küçüklere sama sapan sorular sormayanından!

 

  • Boyun niye kısacık, süt içmiyor musun yoksa?
  • Sizin niye poponuz kocaman? Karbonhidrat ağırlıklı mı besleniyorsunuz?

 

  • Sınıfın en çalışkanı kim?
  • Kemal. Tanıyor musunuz?

 

  • Hişşt, gel gel annene söylemiycem var mı aşık olduğun birisi?
  • Var ama babası Facebook arkadaşlarım arasında sizi görmüş bu yüzden ilişkimizi onaylamıyor.  

ve önümüzdeki 2 haftanın sıkça sorulacak olan sorusu….

  • Karnen nasıl, var mı zayıf?
  • Var. Mutlu oldun mu?

 

Damlaya damlaya KESİNLİKLE göl olur!


Aralık ayının 12-18’i arası Tutum Yatırım ve Türk Malları Haftası. Okul döneminden hatırlarsınız; her öğrenci evden meyve, kuruyemiş getirir, bu yiyecekler önce öğretmen eşliğinde topluca yenilir, öğretmen öğretmenler odasına gidince de mutlaka iğde veya leblebi savaşı yapılırdı.

Biz de bu geleneği karınca kararınca okulda sürdürüyoruz. Savaş kısmını değil tabi ki! Gerçi şu anda Türk malı olmayan muz, kivi, caju fıstığı gibi yiyecekler de geliyor ya, olduğu kadar.

Bu sene tutum konusuna da vurgu yapmak için, takip eden ayda şöyle bir uygulama planladık: 5 ve 6 yaş çocukları, 1 ay boyunca her gün okula 1 lira getirecekler ve sınıf kumbarasına atacaklar. Ay sonunda da bu biriken paralarla (ki ayda 20 okul günü olduğu düşünülürse, çocuk başına 20 lira birikmiş oluyor.) sinema ve hamburger keyfi yapacaklar!

bozuk_para_TLYalnız ufak bir strateji hatası yapmışız 41 çocuk, 20’şer liradan, tam 820 TL bozuk para! (Hepsinin 1 Lira olmadığını, kiminin 50 ya da 25 kuruşlarla 1 Lira gönderdiğini söylersem, durumun vehametini daha da iyi anlarsınız.) Sizin hiç bu kadarlık bozuk paranın ne kadar ağır olabileceğine dair bir fikriniz var mı? Peki bu kadar bozuk parayı bütünlemenin zorluğuna dair?

Bankalar almıyorlar, ‘bozuk para verin‘ diye fırça atan minibüsler burun kıvırıyorlar, simitçiler dudak büküyorlar! Bu zorlu görevi babama verdik, yükleniyor 50’şerli gruplanmış poşetleri, her gün değişik bir semtte fırın fırın, market market dolaşıp, 50’şer 50’şer bozduruyor.

Hadi son 350, yetişen alıyooooor…

Not: Azıcık mübalağa yapıp, işime öyle geldiği için bozuk para miktarını olduğundan fazla yazdım; halbuki bir kısım velimiz Allahtan bozuk para bulamayıp, biriktirip beş günlük kağıt para göndermişler! Mesela değerli velimiz, Selgin GB 😛 Yani yalan söylemeyeyim, 20 liranın bir kısmı da 5’lik, 10’luk aslında:) Bu da itirafımdır, kayıtlara geçsin.

Abladan Kardeşe


E cevap hakkı doğmuştu dün….

————————————————————————————————————

67584_443868334946_3679061_n

Ela’dan Ayça’ya

Abla oluverdim 3’ümde,
Birdenbire sen evimize çıkagelince!
Tek başıma kurulduğum tahtımdan düştüm de,
“Sonsuza dek bizimle mi kalacak?” diye soruşum
İşte tam bu nedenle.
**

Ara sıra büyükler bakmazken etini buruversem de,
İtiraf edeyim en güzel “oyuncağımı” edindim sayende.
Kuklam, hastam, bebeğim, öğrencim…kısacası istenmeyen rollerin aday adayı
Deneylerimin gönüllü kobayı
Düşme diye düştüğüm yerlerde, yapma diye benimle aynı hatayı.
Ayak izlerimi bıraktım sana, küçülen elbiselerim ve eski oyuncaklarımla birlikte…
Seni çok seviyorum çiçorim, bazen kızgınlıkla “hiç gelmemiş olmanı” dilesem de!

Kardeşten Ablaya…


Bugün böyle. Nostalji….

——————————————————————————————————————–

47275_429812439946_3494434_n
Ayça’dan Ela’ya
Bir elimde yolduğum, kumral saçların,
Diğer elimde en sevdiğin oyuncağın…
Yüzümdeki zafer gülüşünü boşver,
Aslında çooook pişmanım.
Seninle olamayız gibi görünüyorsa da,
Doğrusu sensiz olamayacağım…
                        **
Uyurken birlikte kıkırdadığım,
Her oyunda örnek aldığım.
Parktaki o çocuk salıncağımı kaptığında,
Sensin gözyaşımı silen kahramanım…
En lezzetli yemekler, seninle yarıştıklarım!
Her oyun, her kitap, her yer seninle daha güzel,
İyi ki varsın, benim canım ablacığım!

Sabah kahvesi ne işe yarar?


“Sabahları kahve içmeden ayılamıyorum şekerim!”

demiyorum.

Öyle tiryaki durumu yok yani. Bahsettiğim kahve de afilli birşey değil, bildiğiniz granül kahve. Sıcak suya atıyorum, accık da süt.Ela’ya kahvaltı hazırlayıp, “Hadi kızım giyin, hadi kızım ısır, hadi kızım çiğne, hadi kızım çantanı unutma!” derken usul usul yudumluyorum.

Sonra Ayça’yı uyandırıyorum. Bakın Allah için ona hadi demiyorum. O genelde kemiksiz halde, jöle kıvamında oraya buraya devrilmeye devam ettiği için sadece mütemadiyen “dik dur kızım” diyoruz. Bu replik eşliğinde ben ya da Aytuğ küçük denizanamızı giydirip, yediriyoruz.

Bu esnada ben kahvemden bir kaç yudum daha alıyorum.kahve

Sonra çıkma vakti geliyor.

Kahvem ılınmış ve fakat bitmemiş oluyor. Ne bereketli kahveymiş kardeşim!

Ben de çok uzun yıllardır adetim olduğu üzere, kalan kahvemi de alarak arabaya gidiyorum.

Karın yağdığı ilk gün de öyle oldu. Kalan kahvemi aldım, boşalınca da fincanı ara bölmeye boş olarak koydum. Her zamanki gibi.

Sonra kar yağdı, yağdı yağdı.

Dönüş için telaşlanmaya başladım. Ela’ya hamileyken karlı bir gün arabayla kaymışlığım, ortadaki refüje konmuşluğum var. (Zeliiiş hatırladın mı, şans eseri siz oradan geçiyordunuz da, kurtarmıştınız!) Üstelik kocam iş seyahatinde, annem-babam da uzaktayken.

En iyisi biraz erken yola koyulmaktı. Ayça ile birlikte, 2 yakışıklıyı da arabaya atarak dönüş yoluna geçtik. Telaşlandığım kadar da varmış, yollar karlı, buzlu, trafikli… Yola çıkışımızın 20. dakikasında, Ayça “çişim geldiii” diye mızıldamaya başladı. sonra her çocuklu ortamda olduğu gibi domino etkisiyle iki ses daha “Ben de” “Ben de” dedi.

Birinin bezi var, sorun değil. Ama diğer ikisi için en yakın tuvalet imkanı en az 1 saat uzakta olduğu için çözüm düşünmeye başladım.

Gözüm boş kahve fincanıma takıldı. Elimde fincanla arka koltuğa atladım. Yakışıklılardan biri, “Benim pipim var. ben bardağa yapabilirim” dedi. “Ama tutabilirim” diye de ekledi.

Baktım Ayça dayanamıyor, önceliği ona verdim. Ön koltukla arka koltuk arasındaki mesafede ayağa kaldırdım, mahremiyetini de koruyarak fincanı bacaklarının arasına dayadım!

İşimiz bitince Aytuğ “İşiniz bittiyse ver fincanı boşaltayım. sıradaki için!” dedi. Ama sıradaki yapmayı reddetti:)

YAZININ ANA FİKRİ: Siz siz olun eğer çocuğunuz varsa ve trafiği bol bir şehirde yaşıyorsanız; ya arabada kahve içme alışkanlığı edinin, ya da bir kavanoz bulundurun! 

Çöpsüz Üzüm


“Bir insan, herkesle iyi anlaşamaz!” deyip, samimiyetsiz, ikiyüzlü veya yalaka olduğumu ima etmiş eski müdürüm. Yani galiba. Ben birinci ağızdan duymadım, işten ayrıldıktan epey sonra, işteki yakın arkadaşlarımdan biri ağzından kaçırmıştı.

Ben kaprislisi, kaprissizi, eğitimlisi, eğitimsizi, çalışkanı, kaytaranı bütün şirket çalışanlarıyla iyi ilişkiler içinde olunca, doğal olarak onun da garibine gitmiş, herkesle anlaşabilen birisinin olabileceğini aklı almamış.

İlk duyduğumda şaplak yemiş gibi oldum, kendimi sorguladım. Gerekten o kadar değişik karakterde, o kadar değişik özellikte, farklı uçlardan arkadaşım var ki… Hepsiyle geçinebilmek nasıl mümkün olabiliyordu?

üzümSonra kendi kendime bunun samimiyetsizliğimden ya da yalakalığımdan değil de karaktersizliğimden olduğu sonucuna vardım. Karaktersizlik dediysem kötü manada değil. keskin köşeleri olmayan, kaprissiz yapımdan dolayı yani, herkesin fikrine eyvallah dememden dolayı yani, kendime ait direttiğim fikirlerim olmamasından dolayı yani…0 günden sonra her “farketmez” diye cevap vereceğim soruya, şöyle bir durup “gerçekten farketmez mi acaba? Yoksa bunu karaktersizliğimden mi söylüyorum” diye düşünmeye başladım.

Geçen gün bir arkadaşım, bir başka arkadaşım hakkında dedi ki: “Ben onunla senin kadar uyumlu bir ilişki yakalayamadım!”Bu cümle kafamda yankılandı. Al işte karaktersizliğimin yine altı çizilmişti. Öyle miydi, böyle miydi düşünürken bu sefer farklı bir sonuca vardım.

Hayır, ben herkese eyvallah diyen birisi değilim. Kendime ait fikirlerim elbette var. Ancak başkasının önerdiğine “Oluuur, farketmez” demenin benden çalmak yerine beni zenginleştireceğini düşünüyorum. Karşımdakinin ne eğitim aldığı, hangi sosyo ekonomik yapıda olduğu, inancı, ne giydiği, ne yediği, nasıl göründüğü benim için hiç önemli değil. Her fikri süper bir fikirmiş gibi dinliyorum. Yargılamıyorum. Kötülemiyorum. Bunun için de herkesle anlaşabiliyorum. Aferin bana. Bence harika bir meziyet.

Bunu düşündüğüm anda buruk bir anı geldi aklıma.Bu harika meziyetimin başıma açtıklarından sadece biri…

1993 yılı. Üniversitede 2. yılım. Yaz tatilinde Gençtur’un yurtiçinde düzenlediği farklı yaşlardan, farklı milletlerden gençlerin olduğu gönüllü çalışma kamplarından birine katılmışım. Batıdaki illerimizden birinin köyünde 20 kadar genç, köye gelecek su borusu için kanal kazıyoruz. Sabahları kazma kürek sallıyor, akşamları da köydeki evlere ev oturmasına gidiyoruz. Çay ve bisküvi eşliğinde köylülerle sohbet ediyoruz. Daha doğrusu yabancılarla köy halkı arasında ben ve diğer  Türk arkadaşlarım çevirmenlik yapıyoruz. Gece yatmaya da muhtarlığın misafirhanesine gidiyor, bir odaya kızlar, bir odaya erkekler tıkışıp uyuyoruz. Köylülerle, gönüllü grubun arasında köprü olmaktan dolayı biz Türkler biraz daha ön plandayız. Muhtar ve muhtarın yeğeni de Türk misafirperverliğini gösterebilmek adına devamlı bizimleler. Sabah köy kahvesinde ettiğimiz kahvaltıdan başlayıp yattığımız ana kadar…İlk hafta klasik turist hastalığı ishal olanlar, ayılan-bayılanlar filan oldu. Traktör tepelerinde sağlık ocağına gittik. Velhasıl muhtarlarla pek içli dışlıyız.

Neyse köydeki 2. haftamızda bir köy düğününe davet edildik. Muhtarın bir akrabası evleniyordu sanırım. Sen muhtarın yeğeni, benim bu samimi tavırlarımı yanlış anla, benden 5-6 yaş küçük olmaya filan da bakma, şehre gittiğinde al bir kolye, içine de: “KORUYUCU MELEYİN ÇETİN’DEN(*)” diye yaz, bunu da düğünde gel bana ver!

“Bak ablacım, yanlış anladın beni.” diye araya mesafe koyuverince ben, çocuk bir daha uğramadıydı yanımıza. Muhtar da sabah kahvaltılarından reçeli, öğle ve akşam yemeklerinden eti kaldırdıydı…”He” deyiversem o düğünün peşine eklenir, davullu zurnalı muhtar gelini olur muydum bunu hiç bilemeyeceğim.

Tek bildiğim, ben akıllanmadım, aynı kibar ve hoş görülü tavrımı korumaya devam ediyorum, her talep edene kapılarımı ardına dek açıyorum. Zaman zaman yanlış anlaşılmak pahasına!

*Not: Koruyucu meleğimin ismini tabi ki değiştirdim.Kibarlığımdan:)

Çiğ köftenin adı, maceranın tadı…


Sabah bakına bakına işe geliyoruz. Hala bir çok dükkan yılbaşından kalma; camekanlarında sprey karla yazılar, orasından burasından sarkan çanlar, kırmızılı yeşilli püsküller…

Tam Bostancı’da küçük bir çiğ köftecinin camında beyaz sprey karla yazanlar dikkatimi çekti:

“KIYAMET DE KOPMADI. SERÜVENE DEVAM!”

Hem güldüm hem de arabadakilere seslice okudum.

“Dışı çiğ köfteci, içi Indiana Jones mübarek!” **

 

**yorum değerli kocama aittir.