“Bir insan, herkesle iyi anlaşamaz!” deyip, samimiyetsiz, ikiyüzlü veya yalaka olduğumu ima etmiş eski müdürüm. Yani galiba. Ben birinci ağızdan duymadım, işten ayrıldıktan epey sonra, işteki yakın arkadaşlarımdan biri ağzından kaçırmıştı.
Ben kaprislisi, kaprissizi, eğitimlisi, eğitimsizi, çalışkanı, kaytaranı bütün şirket çalışanlarıyla iyi ilişkiler içinde olunca, doğal olarak onun da garibine gitmiş, herkesle anlaşabilen birisinin olabileceğini aklı almamış.
İlk duyduğumda şaplak yemiş gibi oldum, kendimi sorguladım. Gerekten o kadar değişik karakterde, o kadar değişik özellikte, farklı uçlardan arkadaşım var ki… Hepsiyle geçinebilmek nasıl mümkün olabiliyordu?
Sonra kendi kendime bunun samimiyetsizliğimden ya da yalakalığımdan değil de karaktersizliğimden olduğu sonucuna vardım. Karaktersizlik dediysem kötü manada değil. keskin köşeleri olmayan, kaprissiz yapımdan dolayı yani, herkesin fikrine eyvallah dememden dolayı yani, kendime ait direttiğim fikirlerim olmamasından dolayı yani…0 günden sonra her “farketmez” diye cevap vereceğim soruya, şöyle bir durup “gerçekten farketmez mi acaba? Yoksa bunu karaktersizliğimden mi söylüyorum” diye düşünmeye başladım.
Geçen gün bir arkadaşım, bir başka arkadaşım hakkında dedi ki: “Ben onunla senin kadar uyumlu bir ilişki yakalayamadım!”Bu cümle kafamda yankılandı. Al işte karaktersizliğimin yine altı çizilmişti. Öyle miydi, böyle miydi düşünürken bu sefer farklı bir sonuca vardım.
Hayır, ben herkese eyvallah diyen birisi değilim. Kendime ait fikirlerim elbette var. Ancak başkasının önerdiğine “Oluuur, farketmez” demenin benden çalmak yerine beni zenginleştireceğini düşünüyorum. Karşımdakinin ne eğitim aldığı, hangi sosyo ekonomik yapıda olduğu, inancı, ne giydiği, ne yediği, nasıl göründüğü benim için hiç önemli değil. Her fikri süper bir fikirmiş gibi dinliyorum. Yargılamıyorum. Kötülemiyorum. Bunun için de herkesle anlaşabiliyorum. Aferin bana. Bence harika bir meziyet.
Bunu düşündüğüm anda buruk bir anı geldi aklıma.Bu harika meziyetimin başıma açtıklarından sadece biri…
1993 yılı. Üniversitede 2. yılım. Yaz tatilinde Gençtur’un yurtiçinde düzenlediği farklı yaşlardan, farklı milletlerden gençlerin olduğu gönüllü çalışma kamplarından birine katılmışım. Batıdaki illerimizden birinin köyünde 20 kadar genç, köye gelecek su borusu için kanal kazıyoruz. Sabahları kazma kürek sallıyor, akşamları da köydeki evlere ev oturmasına gidiyoruz. Çay ve bisküvi eşliğinde köylülerle sohbet ediyoruz. Daha doğrusu yabancılarla köy halkı arasında ben ve diğer Türk arkadaşlarım çevirmenlik yapıyoruz. Gece yatmaya da muhtarlığın misafirhanesine gidiyor, bir odaya kızlar, bir odaya erkekler tıkışıp uyuyoruz. Köylülerle, gönüllü grubun arasında köprü olmaktan dolayı biz Türkler biraz daha ön plandayız. Muhtar ve muhtarın yeğeni de Türk misafirperverliğini gösterebilmek adına devamlı bizimleler. Sabah köy kahvesinde ettiğimiz kahvaltıdan başlayıp yattığımız ana kadar…İlk hafta klasik turist hastalığı ishal olanlar, ayılan-bayılanlar filan oldu. Traktör tepelerinde sağlık ocağına gittik. Velhasıl muhtarlarla pek içli dışlıyız.
Neyse köydeki 2. haftamızda bir köy düğününe davet edildik. Muhtarın bir akrabası evleniyordu sanırım. Sen muhtarın yeğeni, benim bu samimi tavırlarımı yanlış anla, benden 5-6 yaş küçük olmaya filan da bakma, şehre gittiğinde al bir kolye, içine de: “KORUYUCU MELEYİN ÇETİN’DEN(*)” diye yaz, bunu da düğünde gel bana ver!
“Bak ablacım, yanlış anladın beni.” diye araya mesafe koyuverince ben, çocuk bir daha uğramadıydı yanımıza. Muhtar da sabah kahvaltılarından reçeli, öğle ve akşam yemeklerinden eti kaldırdıydı…”He” deyiversem o düğünün peşine eklenir, davullu zurnalı muhtar gelini olur muydum bunu hiç bilemeyeceğim.
Tek bildiğim, ben akıllanmadım, aynı kibar ve hoş görülü tavrımı korumaya devam ediyorum, her talep edene kapılarımı ardına dek açıyorum. Zaman zaman yanlış anlaşılmak pahasına!
*Not: Koruyucu meleğimin ismini tabi ki değiştirdim.Kibarlığımdan:)