Pek fena cayarım…


Eveeet incelikli yazımı, adetim olduğu üzere, bugün yazmak istemiyorum.

İstanbul’un havası gibi bir paşa keyfim olduğu için; dün güneşim vardı. Bugün şakır şakır yağmurum yağıyor.

Ve ben size, bu yağmurun arasından sizi birazcık olsun aydınlatacak, dudaklarınızın yayvanlaşmasına, hatta dişinizin bir kısmının ortaya çıkmasına sebep olacak bir Ela Akalın şiiri sunmak istiyorum.

 

Bu şiirler aslında bir dörtleme:

İzmir

Köpekler

Alfabe Okumaya devam et

Okur Yazar


Cuma’ları, ailece ağzımızı ayıra ayıra Yalan Dünya’yı seyrediyor, göbeğimizi hoplata hoplata gülüyoruz!

Aytuğ, Ela’ya Deniz karakterini oynayan Gülse Birsel’in aynı zamanda, o oynadıkları şeyleri yazdığını, bunun çok zor bir şey olduğunu, Gülse Birsel’in alkışa şayan bir şey yaptığını söylemiş.

Sanırım Ela da babacığının gözüne girebilmek için elinde aşağıdaki taslakla çıka geldi: “Anne hadi kitap yazacağım. Ben söylüyorum sen yaz.”

1-İlk Zaman

İpek, Aslı ve Mert üç kardeştiler. Annelerinin sözünden hiç çıkmazlardı. Okumaya devam et

İşi bilmiyorum


Her sabah evden çıkarken, her akşam da eve dönerken Ayça Sultan’ın inadı tutuyor.

Sabah: “Yaaaa okula gitmeyelim.”

Akşam: “Yaaa eve gitmeyelim.”

Sabah hadi bizbizeyiz, ama akşam yalvar yakar faslında karizmamı fena çiziyor öğretmenlerin önünde:)

Neyse ki şu son hafta sınıflarından Emre yetişti imdadıma.

Emre çok bitirim bir çocuk, Okumaya devam et

Rutin


Dün Ela “Anne beni okuldan sen al” diye tutturdu. Ben de okuldan aldım, böylece de normalde olduğumdan daha erken saate eve gelmiş oldum.

Ela’ya elini yıkamasını söyleyip, yemesi için bir şeyler hazırladım. Sonra da diğer günler eve geldiğimde, bazen yorgunluktan bazen de diğer öncelikler yüzünden savsakladığım işlere giriştim. Sabahtan kurduğum, ben gelene kadar bitmiş olan bulaşık makinesini boşaltıp yerleştirdim. Çamaşırlıkta kurumuş çamaşırları kucaklayıp koltuğun üzerine attım. Yine sabahtan çalıştırdığım çamaşır makinesinde asılmak için bekleyen çamaşırları astım.

Mutfağa Ela’nın yanına döndüğümde su damacanasının boşaldığını görüp, su siparişi verdim. Ela’ya ev kıyafetlerini giymesini, sonra da ödevine oturmasını söyleyip, koltukta yığın halinde duran çamaşırların yanına döndüm, katlamaya başladım.

O sırada zil çaldı. Gittim, sucu gelmiş. 2 boş damacanayı aldı, 2 dolu damacanayı kapı eşiğinden içeri doğru itti. Kapıyı hafif aralık bırakıp, cüzdanımı aramaya başladım. O sırada halen okul üniformasıyla televizyon seyretmekte olan Ela’yı fark ettim. Cüzdandan para çıkartırken:

“Hayatım hadi üstünü çıkart” diye bağırdım.

Aralık kapıdan, kalın bir ses yükseldi: “Bana mı dedin abla?”

 

Hayatımda, bu kadar utandığım, nadirdir herhalde.

London’a son ikiiii, haydi kalkıyoooor


Bir arkadaşım, kocası ve arkadaşımın yakın arkadaşı Londra’nın güneyine 2 seneliğine expat olarak giden arkadaşlarını ziyarete karar vermişler. Aslında bu arkadaşları ziyarete  daha kalabalık gideceklermiş, 2’si bilet almalarına rağmen son dakika golleri sebebiyle iptal etmek zorunda kalmışlar, 2’si gruptan 1 hafta önce gitmiş bir saha analizi yapmış, diğer ikisi de Almanya’dan katılacaklarmış.

Neyse bu 3’lü 3-4 ay öncesinden EasyJet’ten adam başı gidiş dönüş dolmuş parasına uçak biletlerini almışlar. Masal bu ya, tam seyahat haftası hepsi çeşitli sebeplerden koşturma halindeymiş, hepsinin arkasında bıraktığı yarım işler kalarak, seyahat günü uçuştan 3 saat önce havaalanında buluşmuşlar.

Bir süre arkadaşımın arkadaşını geçirmeye gelen kocası ve tatlişko kızlarıyla birlikte bir şeyler yiyip içip sohbet etmişler. Sonra arkadaşımın arkadaşının kocası demiş ki:” Ben online check-inlerinizi yaptırdım. Gidip boarding pass’lerinizi alın. Girin içeride kapının yakınında bekleyin. Haydin eyvallah.”

Öpüşüp kolaşıp 3 kafadar pasaport kontrol kapısından girmişler.

Arkadaşımın kocası çok suratsız bir şekilde Okumaya devam et

Babasının Guzusu


Biz Selgin’le bir işe kalkıştık.

1 sene kadar önce Selgin “toplu kitap yazalım, toplu kitap yazalım” diye mırıldanmaya başladı. Onun bu taşı atışından 1 sene sonra, bundan sadece 1 hafta önce, kolektif kitap fikrimiz hız kazandı.

Dedik ki;

adı      İmza: Kızın   olsun

– içinde bir kısmı herkesçe tanınan farklı farklı 100 kadının babalarına yazdığı 1 A4’lük şiir, anı, duygularını içeren 1’er mektup olsun

– e oldu olacak geliri de bizim gibi baba sevgisini tadamayan kızların eğitimine katkı olsun, bir nebze olsun onlara da fayda olsun.

Hemen hayallere daldık, serinin devamı “İmza: Karın” olsun, onu da şiddet gören kadınlar yararına derleyip toplayalım. İmza: Kocan, İmza: Oğlun…. bunun sonu yok ki?

Projeyi anlattığımız herkes, heyecanımızı paylaştı, e haliyle bizdeki heyecan tavan yaptı!

Gelirin bağışlanacağı vakıf mesela, fikrimize çok sıcak baktı.

Fikrin tasdiğini yapan Noter Banu Teyze, o akşam yazısını göndermekle kalmayıp, kendisiyle iş yapan bütün ünlülere projeyi açma sözü verdi.

Çok kısa bir süre önce “80’lerde Çocuk Olmak” kitabını (aaa yoksa hala almadınız mı? 80’lerin çocuklarından değil misiniz? Burnunuzun direği tatlı tatlı sızlasın istemez misiniz?) çıkaran  yayınevi Yitik Ülke, “Biz basarız” dedi.

Projenin ne olduğunu anlatan bir sunum hazırlayalım dedik, Mine bizdeki bilgileri aldı, sihirli değneğiyle dokundu.

Bu blogda yorumlarına bolca rastladığınız Serpil, akşam uyumamacasına sahiplendi. Gönülle, istekle, şevkle kitaba katkısı olacak bir çok fikir geliştirdi-bizim yetişemediğimiz yerlerde direksiyonu devraldı.

Sadece ve sadece bu 1 haftada önsöz için, sonsöz için, ara nağmeler için öyle kişiler “varız” dediler ki…

Sonra bir tek aşk, atalet, leylakdalı, coraline... Onlar da yazı katkılarını yanı sıra, bugün sayfalarından bu kadın hareketini kendi ağızlarından BAĞIRIYORLAR!

Gecenin 12’sinde ettiğim telaşlı telefonları sabırla dinleyen annem,

Selgin’le heyecan içinde projeyi şekillendirdiğimizde şans eseri yanımızda olan heyecanımıza alkış tutan Figen,

mail yoluyla haber verebildiğim, ama fikir desteğini esirgemeyen İzlen,

Projeye start verip, 4-5 günlüğüne kaçamak yapmaya gittiğim için arkamı toplarken kaza yapıp bir süreliğine arabalarından olan kardeşim ve eşi,

Henüz sadece benim babama yazdığım mektubu okumasına rağmen, gazını esirgemeyen kuzenim Burcu,

babasına yazacağı satırları uykusunda belirleyen Elif,

anlattığımda o sevgi fışkıran gözlerinden yaşlar süzülen Seda

ve  projeyi buradan, bu yazıyla duyacak olan-yürekten katkıda bulunacağını bildiğim diğer sevgili kadın tanıdıklarım

Tanımadıklarım.

Hangi birinizi sayayım?

Bu hepinize açık çağrıdır:

ELİ KALEM TUTAN, BABA SEVGİSİYLE DOLU TÜM KADINLAR!

*BABANIZA SÖYLEMEK İSTEYİP DE SÖYLEYEMEDİKLERİNİZİ, BİR ANINIZI, BİR ŞİİRİNİZİ, KENDİ KALEMİNİZDEN 1 SAYFA UZUNLUĞUNDA YAZIN,

*BİZE (imzakizin@gmail.com) GÖNDERİN.

*SİZ YAZAMIYORSANIZ YAZMA İHTİMALİ OLAN TANIDIKLARINIZA YÖNLENDİRİN.

Geliri kız çocuklarının eğitimine kalacak bu kitapta siz de yer alın. (Önemli not: Kitaba sığmayan, yetişmeyen mektuplar imza:kizin’a ait web sitesinde yayınlanacak)

TÜM DETAYLAR AŞAĞIDAKİ SUNUMDA YER ALIYOR.

İmza: Kızın

Hepinize şimdiden, dokunma ihtimalimiz olan tüm diğer yürekler adına-YÜREKTEN teşekkürler.

Kısacık saçlı, upuzun kalpli anneme


Saçların kısacık bencileyin

Göz kamaştırır beyazlığın

Bordo giyince

Ve eğer güzelsen bu kadar

Sevdiğim için güzelsin

Gülsen’sin

M. Nazım Danacı

Dün annemin doğum günüydü. Anneciğim, sağlıkla keyifle, yeni dişlerle, yeni işlerle gelsin yeni yaşın.

Yalnız vakt-i zamanında babam yukarıdaki dizelerde eksik söylemiş; sen zaten içinle dışınla güzelsin de…. biz sevdiğimiz için katmerli güzelsin!

Aaaa bu arada dün Tıp Bayramı idi bir de malum, tıp mensubu okurlarım sizin de geçmiş bayramınız kutlu olsun!

Quantitatif


Quantitatif

Güzel kadınları severim,
İşçi kadınları da severim,
Güzel işçi kadınları
Daha çok severim.

                                                                      O. Veli Kanık

Tüm çalışan güzel kadınlar! Dünya emekçi kadınlar günümüz kutlu olsun…

 Geçen gün okulca Şişli Bilim Merkezi’ne geziye gittik. 5 yaş üstü – 12 yaş altı çocuğunuz varsa mutlaka gidin, çok güzel bir merkez.

Sanırım üniversite öğrencisi pırıl pırıl genç ablalar ağbiler eşliğinde, 80’in üzerinde fizik, kimya, matematik, geometri, biyoloji, mekanik,  elektronik, uzay vb temalı deney ünitesini tek tek dolaşıp, bilgi alıp, görerek-aktif olarak deneyerek öğrenme fırsatı buluyorlar. Deprem tatbikatı ve yangın tatbikatı alanları da var. Dolu dolu ve keyifli 2 saat geçirebileceğiniz bir merkez, Şişli Belediyesi’ne teşekür etmek gerekli.

Neyse merkezin biyoloji ile ilgili bölümünde, doldurulmuş köpekbalığını ve 20 milyon yıllık ağacı gördükten sonra; cam içerisinde saklanmış hayvanları incelemeye ve bilgi almaya başladık.

Bizi gezdiren abla, önce bir hamamböceği çıkardı; “Biliyor musunuz? Hamamböcekleri kafası kesilse de 5 gün kadar yaşarlar” dedi. “Çünkü onların beyinleri ayaklarındadır.” Bizimkilerden “ıyyy” diye bir ses yükseldi.

Sonra bir ahtapot çıkardı. Dişi ahtapotların yumurtaları üzerinde yattıkları dönemde, hiç kıpırdamadıkları, acıkınca da kendi ayaklarını yediklerini anlattı. Bu sefer “ooooo” diye sesler yükseldi.

Hemen ardından çıkardığı yusufçukla ilgili de biraz 13+konulara girdi. Efendim dişi yusufçuk çiftleştikten sonra erkeği öldürürmüş. “Yani erkek yusufçuklar sadece 1 kez baba olabiliyorlar.” diye konuyu noktaladı. Baktı bizim çocuklar “aaaaaa” diye şaşırdılar, gururla “Biliyor musunuz çocuklar doğada kadınlar her zaman daha güçlü” diye ekledi.

5-6’lık kızlarımız ne anladılarsa ellerini havaya kaldırıp sevinçle sıçradılar. Grubun erkeklerinde bir üzüntü bir hırs…

Öğretmenlerimiz, dişi olmaları itibariyle, ablayı gülümseyerek onayladılar! “Tabi tabi” diye mırıldandılar.

Daha o yaşlarda genlerimize kodlanmış cinsiyet yarışına ben de gülümsemeden edemedim.

Eeee 5-6’lık minnoş kızlarımız sizin de 8 mart’ınız kutlu olsun!

Reiki Serisi 3buçuk – Sezon Finali


Gelen hanım, Fikriye Hanım’ın arkadaşı Gün Hanım isimli emekli resim öğretmeni bir hanımdı. O da saçlarını boyamadan gri-beyaz bırakmıştı. Çok hafif bir makyajı vardı. Birbiriyle uyumlu fuları, pantolonu ve kazağıyla pek zarif duruyordu. Beşiktaş’tan geliyordu, gelirken çayın yanında yemek için Hasanpaşa getirmişti. Kemalpaşa’yı biliyordum ama Hasanpaşa’yı ilk defa duymuştum. Beşiktaş’ta çok eski bir fırının adıymış.

Biz uyumlama alırken, bizi oraya götüren Ayşe masayı kurmuş, çayları servis etmişti. Sanki dünyanın en doğal şeyiymiş gibi, sadece 1 saat kadar önce tanışmış 5 kadın masaya oturduk. Çaylarımızı yudumlarken Ayşe, masadaki ıspanaklı börekten, Hasanpaşa’dan ve diğer hamurişlerinden tabaklarımıza koydu.

Masadakilerin yüzüne baktım, kimsede bir garipseme yoktu. Herkes gayet durumlarından hoşnut görünüyordu. Benim aklımdaysa “Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyiler” sorusu dönüp duruyordu.

Ayşe,dediğine göre Erzincan’lı bir ailenin kızıydı. Sormadığım için öğrenmediğim bir sebeple Bebek’te oturan Fransız bir beyle Türk karısına evlatlık verilmiş, onlar öldükten sonra da o evde oturmaya devam etmişti. Çocuk Gelişimi mezunuydu, kısa bir süre anaokulu öğretmenliği yaptıktan sonra, anladığım kadarıyla velilerle uğraşmaktan bıkmış (Allah Allah niye ki???) kimsesiz çocuklar ve ev hayvanları ile ilgili işler yapmıştı. Sadece ev hayvanları değil barınaktaki sokak hayvanlarıyla ilgili de aktif olarak çalışıyordu. Yine satır araları anlatılanlardan çıkardığım kadarıyla tedavi amaçlı masaj konusunda da bir uzmanlığı ve hatta tanınmışlığı da vardı. Kendiyle, hayatla barışık bir havası vardı. Fikriye Hanım’ı nereden tanıyordu, en ufak bir fikrim yoktu. Ancak kendisine Fikriye Anne diye sesleniyordu.

Gün Hanım’ın anlattıklarından da iflah olmaz bir hayvansever olduğu anlaşılıyordu. Cihangir’de oturuyor, resmin yanı sıra yazmayı da seviyordu. O gün çok güneşli olmasına rağmen, sadece 1 gün önce kar kış kıyamet olduğu için, sokak kedilerine mama vermiş, sevgi arsızı bir iki tanesini ise kucağına oturtup sevmişti. Onun için gelir gelmez banyoya, ellerini yıkamaya gitmişti. Banyodan çıkıp, mis kokulu çaylarımızı servis ederken, fermuarının açık kaldığını farkettim. O narin yapısıyla tezat yaratan bu görüntüyü, kısa bir süre sonra kendisi de farketti, hemen mutfağa gidip dükkanın kepenklerini indiriverdi.

Tatlı tatlı geçen gün otobüste başına gelenleri anlatmaya koyuldu. Merakla dinliyor, ama “Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyiler?” yankısını kafamdan atamıyordum. Belli ki ilk defa izin koparıp birlikte gezmeye çıkmış genç bir çiftten bahsetmeye başladı. Otobüste yanyana dizdize gözgöze oturan aşıklar, Gün Hanım’ın otobüse binmesiyle toparlanmış, erkek olanı hemen ona yer vermişti. Delikanlı ayakta, genç kız oturarak gözlerini kesiştirerek sevgilerini birbirlerine akıtmaya devam etmişlerdi. Gün Hanım  hayranlıkla onları izlemiş, inerken de “Birbirinizi hep böyle sevin” demişti. Hikayenin burasında kıkıkır kıkır gülmeye başladı. Allah’ın yaşlı bir kadınının nasihatinin, başında kavak yelleri esen 2 gence ne kadar da komik geleceğini düşünüp düşünüp gülüyordu.

Ben de güldüm. Gülerken, kafamın içinde cirit atan “Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyiler?” sorusunun sol yanındaki boşluktan “Bunu bloga yazabilirim” düşüncesi geçiverdi.

Birden ciddileşti. Otobüs deyince 10 Temmuz 1998’de Mısır Çarşısı’na gitmek için bindiği, daha sonra uyku bastırdığı için inip eve gidip uyumayı tercih ettiği otobüs anısı gelmişti aklına. O uyku hali, onu korumuştu. Çünkü uyku bastırmayıp otobüsten inmeseydi, Mısır Çarşısı’na gitmiş Pınar Selek’in yaptığı iddia edilen patlamanın tam ortasında kalmış olacaktı ve biz de bugün o masada sadece 4 kadın çay içiyor olacaktık.

Pınar Selek

Laf bu sefer uyku ve rüyalara gelmişti. Fikriye Hanım önemli siyasi dönemeçlerin hemen öncesinde gördüğü rüyalardan bahsetti. 12 Eylül’ün, 27 Mart’ın, Özal’ın gelişinin habercisi rüyalarından. Gün Hanım da gördüğü fakat anlatmaya korktuğu bir rüyanın varlığından bahsetti. Son 4-5 yıldır sanırım, rüyalarını düzenli bir şekilde yazan Figen’in bu konuda anlatacağı çok şey vardı. Kısa bir süre önce Servet Derya Değerli için tasarladığı Rüya Olumlama Kartları’ndan da bahsetti. Ayşe biten çaylarımızı doldurdu. Ben anlatacak bir şeyler aradım, bulamadım. Beni esir almış olan “Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyiler?” sorusu anlatacak bir şey bulmama engel oldu.

Sonra Gün Hanım bizim için meyve soydu, hepimize servis yaptı. Çayın ve karbonhidrat ağırlıklı yediklerimizin üzerine vitaminimizi de aldık.

Ayşe, Gün hanım  ve ben masayı toplamaya başladık. Figen Fikriye Hanım’la derin bir sohbete daldı. Onlar sohbet ederken seramik fincanlarımız, tabaklarımız ve gümüş çatallarımız yıkanıp yerlerine geri kondular.

Figen’in bakışlarını yakalayıp, benim gitmem gerektiğini fısıldadım. O ve Ayşe biraz daha kalacaklardı.

Fikriye hanım’a çok teşekkür edip, ayrılmam gerektiğini söyledim. Ayşe de, Gün hanım da Fikriye Hanım da sarılıp öptüler. Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyilerdi?

 “85’in üzerindeyim, köşemde oturayım” filan demeden Fikriye Hanım evsahibi olmanın ağırlığıyla beni apartmanın merdivenlerine kadar uğurladı. Elime reiki ile ilgili bir cd tutuşturdu. O zaman niye orada olduğumu hatırladım. “Reiki 2 için geldiğinde, bundan 5 kopya getirirsin” dedi.

Minnettar ve şaşkın el salladım. Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyilerdi?

Kendi kendime kızdım. O huzurun içinde kendi kendimi huzursuz edişime kızdım. Orada geçirdiğim sürenin bir saniyesinde bile sıkılmamıştım. Herkes çok iyiydi. Herşey çok keyifliydi. Yine de kafamdan “Bu insanlar bana karşı niye bu kadar iyiler?” sorusunu atamamıştım. Karşılığında benden hiçbir şey istemeden 3-4 saatlerini benimle geçirmelerine, benimle yiyip içip sohbet etmelerine, bu esnada yüzlerinden gülümsemeyi hiç eksik etmemelerine bir türlü anlam veremiyordum.

“Yuh olsun Esra ‘Belki de Fikriy’anım bugün 5 çayını yalnız yudumlamak istememiş’ deyip keyfini çıkartmayı beceremedin ya, yuh olsun sana” dedim kendi kendime.

Saate baktım, bu sefer de kızımı okuldan almaya gecikişime huzursuzlandım. Yeni bir huzursuzlanma konusu bulduğum için kendimle müthiş gurur duydum.

———————–

Şaşıracaksınız ama reiki serisi burada bitti. Dağılabilirsiniz.