Sesimin soluğumun çıkmadığı kısa dönemi, battaniyemin altında dizi seyrederek, ve kakarakikiri biriktiremeden geçirdiğim sanılmasın.
Bir devlet hastanesinde, İstanbul’a karın düştüğü ilk günde, tüm abdomen tomografisi çektirmişliğim var! Kim bilir neler yaşamışımdır, bir tahmininiz var mı?
Torpilli bir hasta olarak, saat 8:30’da 1,5 litrelik suyumla, bir şey yememiş olarak hastanede olmam söylendi. Sabah uyandım, nasıl kar yağıyor. Arabayı çıkarmaya korktum; tren-dolmuş arasında sıkça başvurduğum “O piti piti” yöntemiyle seçimimi yaptım. Sonuç: tren çıktı. İstasyona yürümeye üşendiğimden, önümden geçmekte olan sarı dolmuşa bindim.
Neyse 8:15’de hastanedeydim. Gelin görün ki, ne randevulaştığım kişi ne de muhatabı olduğum birimlerin kilit isimleri henüz gelememişlerdi. Olsun. Suyuma sarılıp bekledim. Sırayla herkes gelmeye başladı. İşin iyi yanı hasta sayısı da nispeten azdı.
Suyuma bir ilaç katıp, bir saat içinde azar azar içmemi salık verdiler. Oda kapısına bakan bekleme banklarına oturup suyumu yudumlamaya başladım. Yanımda akça suratlı, başı örtülü, mantolu maviş bir teyze oturuyor, onun da elinde bir şaşal şişesi. Maviş maviş gülümseyip “Sana da hortum soktular mı?” dedi kolonoskopiyi kasdederek. “Yok” dedim, “umarım o safha gerekmez.”
Sonra sanki uzun süredir birkaç kelam etmeye hasretmiş gibi başladı anlatmaya; oğlu evlenmiş boşanmış, sonra bu evlilikten doğan kuzucuğu bunların başına bırakmış. O da ilk önce üzüntüden midesini kanatmış. Ameliyat olmuş, sonra kalın bağırsağın da hatırı kalmasın diye, bir de oradan ameliyat olmuş. Şimdi her şey yolunda mı diye kontrole gelmiş. Benim öyle olur, genelde yanıma yurduma oturanlar başlar anlatmaya!
Arada da suyundan bir yudum alıp suratını ekşitiyor. Suyun bıraktığı tadı alsın diye de çantasından çıkardığı üstü beyazlamış yuvarlak çikolataları mideye indiriyor. Uzatıp, bana da ikram etti: “Yer misin?”.
“Yok aç gel dediler bana. Size demediler mi?”
Büyük ihtimalle ona da demişlerdi, omuz silkeleyip reddettiğim parçayı ağzına attı.
O sırada kızı geldi. O da başı örtülü, yanağından kan damlayan, ay suratlı bir küçücük fıçıcık içi dolu turşucuk. “Şayapçılay , için bakalım” dedi bize gülerek. Bekleyen herkesle arkadaş olmuş, hastanenin girdisini çıktısını öğrenmiş bir hali vardı. “Sizden de 2 ilaç istediley, di mi?” dedi. “Ben torpilliyim. İlaç milaç istemediler” diyemedim. “Hıııı” diye geçiştirdim. Teyzeye damar yolu açmak için seslenilince, yanımda boşalan yere oturdu. Yanındaki tülbentli kadın “Nerelisin sen?” diye sordu. Zaten hemşerim memleket nire böyle muhabbetlerin olmazsa olmazıdır.
“Sivas Zaya” diye cevap verdi.
“Neresi?” dedi kadın anlamayarak.
“Zaya Zaya”.
“Suşehrini bilir misin?”
“Biliyim. Keşke bilmesem. Şeytandıy onlay.”
“Niye canım. İyi insanlar.”
“Yooo. Düşmanım düşmesin Suşehiyliye”
Tülbentli kadın çok bozulmuş bir şekilde susup, totosunu bize doğru, kafasını diğer tarafa çevirdi. Bu muhabbetten rol kapmak için: “Peki ya Çamurlu?” dedim. Çamurlu anneannemin köyü. “Haa bilirim” deyip, Sivas’ın tüm köy ve kazalarını saymaya başladı. Yalnız niye Suşehrini sevmediğini, Çamurlu hakkında ne düşündüğünü öğrenemedik.
O sırada nereden çıktığını anlamadığım şekilde saçları kırlaşmış, sakallı, dimdik, 60’larında bir beyamca çıkıverdi: “Konya Ereğli’yi de bilir misin?” Hem sağımla hem solumla ahbap çıkabilmenin mutluluğu içinde “Ben bilirim” dedim. Etliekmek, tandır kebabı, Mevlana üzerine kısa bir nostaljik sohbet yaptık. İstanbul’un bilindik Konya lokantalarının yerlerini harita üzerinde gösterdikten sonra, adam emekli matematik öğretmeni olduğunu anlattı.
Beyefendi çalışma hayatına ilk okuttuğu çocukların çocuklarını da okutarak son vermiş. “Son veli toplantıları çok komikti” dedi “Ferit, oğlun senden daha iyi” diye yorum yapıyordum diye gevrek gevrek güldü. Biz de güldük.
Hemen yanında yine ayakta dikilen, ancak takati kalmamış gibi görünen biri daha vardı. Her iki bey de, pek şifreli konuşmalarından anladığım kadarıyla batın tomografisi için değil prostatla ilgili bir tomografi için gelmişlerdi. Matematik öğretmeni olan sadece kontrole gelmişti, ama diğerinin kanserli hücreleri kemiğe sıçramıştı. Hep birlikte teselli ettik; “. İyi düşün geçer”dedik; dediklerimize kendimiz de inanmadık.
Oradan laf nasıl geldi bilmiyorum yanağından kan damlayan kızın da matematik öğretmeni olan beyamcanın da küçükken okula giderken ısınmak için içlerine tezek koyduğundan bahsetmeye başladık. Tezek, kerpiç ve kemre arasındaki farkı öğrendik. Muhabbet iyice irtifa kaybetmeye başlamıştı ki, teyze kolunda kelebek takılı olarak yerine döndü. Kızı muzip şekilde yeni kişilerle tanışmak üzere başka bekleyenlere doğru yanımızdan yok oldu.
Beyamca bu sefer aslında emeklilik sonrası Alanya’ya yerleştiklerini, buraya torun bakmak için geldiklerini anlattı. Ben hemen “Vallahi hakkınızı ödeyemeyiz. Küçükken bize, büyüyünce torunlara… Bizim kızlar da annemlerde şimdi.” diyerek evlat kısmının torun bakma hizmetinden duyduğu memnuniyete tercüman oldum. Açık açık yağ çektim. Bir eğitimci olarak lafı torununun okuluna getirip: “25.000 veriyorlar senelik. Değiyor mu bilmiyorum.” Dedi. Bu konuya dahil olmadım. Malum senelik ücretimiz 25.000 olmasa da biz de o özel okullardan birinin sahibiyiz!
Teyzenin de benim de suyumuz bitti. Saate baktım, çekim için randevu verdikleri saat gelmiş. Ayağa kalktığımda, beyamcanın sırası olmasına rağmen, kanserlinin adını okuyup içeriye çağırdılar. Bize doğru dönüp “O daha hasta, onun için sesimi çıkarmadım. Yoksa sıra benimdi.” dedi. Tam 3 kez. Asıl ikna etmek istediği kendisiydi sanki.
Yan kapıdan görevlinin yanına gittim. Bana da bir damar yolu açtılar. Kenarda makinaya alınmamı beklerken odadaki balık eti hemşirenin annesiyle telefon konuşmasına tanık oldum. İster istemez. “Anne akşama aldım biletimi. Geliyorum.”
“…….”
“Nasıl ya, gelmeyeyim mi? Peki anne. İstemiyorum kızım seni desene”.
“….”
“Tamam tamam anladım ben. İstenmediğim yere gelmem.”
Ağzımı açtım. “Çok kötü kar var. Edirne yolu berbattır. Yolda kalırsınız. Anneniz sizi düşündüğü için gelmeyin demiştir” demek için. Sonra iç sesim: üstüne vazife olmayan işlere burnunu sokma, “siz kimsiniz” dese ne diyeceksin? dedi. İç sesimi dinledim.
O sırada içeri yeni giren bir kadın “Siz kimsiniz?” demesin mi?
Bir afalladım. “Cahit Bey’i bekliyorum” dedim. Cahit Bey “torpilli bu idare et” dercesine bir kafa hareketi yaptı. Konu kapandı.
Sonra beni makinanın olduğu kısma aldılar. Allahım nasıl soğuk, oldum olası soğuğu sevmem. Kakır kakır titremeye başladım. Sonradan giren kadın bana yardımcı olmak için yanıma geldi. Deminki sorusu için özür diledi. Belli ki Cahit Bey ben makinaya doğru ilerlerken torpilin detayını fısıldamıştı. “Aaa yok tabi soracaksınız. Önemli değil” gülümseşmeleri yaptık karşılıklı.
Yattım, tünele girdim,tünelden çıktım, ilaç zerkedildi, tünele girdim, tünelden çıktım….
Dışarı çıkınca yarım saat, 40 dakika alerjik bir durum ihtimline karşı beklememi söylediler. Tam kendime oturacak yer arıyordum ki beyamca bitiverdi yine yanımda. “Hemşerim, görüşemezsek geçmiş olsun” dedi.
Bir kez daha yabaniliğimden utanıp bu sefer ben teyze ve kızına sokulup iyi günler diledim. Sonra da, o kadar gelmişim SelginGB’nin beyine uğramadan gitmeyeyim dedim. Zaten odası bir üst kattaymış. Bir sonraki hastanın odaya intikal edeceği kapı aralığını yakalamak için beklemeye başladım. Kapı aralandığında, aaa o da ne? İçeride bir kadın. Kapıdaki isme baktım, içeriye baktım. “SelginGB’nin beyi yok mu?” diye sordum. “Yok” dedi, güleryüzsüz doktor hanım. “Siz benim kim olduğumu biliyor musunuz?” diyebilecekken, demedim. Teşekkür ettim.
Sabahtan beri bir şey yemediğim için, doğru kantine yöneldim. Kantin ve sonrasındaki minibüs maceram da bir başka kakarakikiriye.
“Alt tarafı bir film çektirdin, 4 saati Türk dizisi kıvamında mı anlatacaksın be kadın” diyebilirsiniz. Cevabım evet; reyting kaygısı, yayından kaldırılma korkusu olmadan hababam yazma fırsatı bulmuşum. Yazacağım tabi.
Dedesinin ‘CİKCİK’i,pek de güzel anlatmışsın,sana da bütün diğerlerine de geçmiş olsun,şifalar dilerim
Of of of, ne uzun yazı bu. Okumakla bitmiyor. Suşehri Alevi vatandaşlarımızın yoğun olduğu bir yer olabilir. Bahsettiğin sosyo-kültürel yapıda insanlar, kulaklarına doldurulan (ki bu da kulaktan dolma oluyor) kötücül ve asılsız bilgiler ile bu şekilde konuşuyorlar. Herkesin farklılıklarını anlayıp, biribirini olduğu şekliyle sevmesini diliyorum (en azından kabul etmesini). İhtimal ki hemşire de Suşehirli idiyse, yeniden yapılması gereken! kolonoskopinin fiziksel boyutları şiddetlenmiş olabilir :-).
Eline sağlık güzel yazı olmuş…
“Accuk uzun” kategorisinde yazdım zaten:) Yazamadığım zamanı telafi amacıyla. Meselenin Alevi Sünni meselesi olabileceği konusunda haklısın sanırım. Zara’da da yoğun Alevi nüfusu varmış gerçi az önce internetten baktım. Belki de benim yanağından kan damlayan kız ve annesi maviş teyze Alevi’ydi.Hemşire dönen muhabbeti hiç duymadığı için, sorun yok… Zaten duysa da onlar otomatiğe bağlamış ilerliyorlar.
Her ne kadar bir hastane yazısı olsa da ben keyifle okudum. Umarım önemli bir sorun yoktur, sonuçlar da iyi çıkmıştır.
Geçmiş olsun der, el sallar ve kaçarım. Ha Konya-Ereğli’yi ben de bilirim:))))
Keyifli bir hastane bekleyişiydi doğrusu. En azından ağrım sızım olmadığı için. Bu sabah uğradım hastaneye, bu sefer kan vermek için. Kapıdan sürünerek, yani emekleyerek bir teyze giriyordu. Dimdik, kendi ayaklarımla girebildiğime şükrettim vallahi. Olmaya devlet cihanda bir nefes sıhhat gibi:)
Konya Ereğli’de öğretmenlik mi yaptınız yoksa? Evetse, belki de beyamca ile aynı okulda olabilir mi acaba? Bu arada haberlerde gördüm Antalya neredeyse havalanıp uçuyormuş, sizin kilim yine üst komşuya filan kaçmadı ya rüzgarda? Herşeyin yolunda olması dileğiyle.
Hihihi, kilim fırtınadan önce üzerine bir koca kavanoz turşu döküldüğü için tarafımdan çöpe atılmıştı:)
Konya Ereğli’de halam doktorluk yapmıştı uzun yıllar oradan bilirim. Ben öğretmenliğe Denizli’de başlayıp Antalya’da noktaladım. Arada başka yer yok:)
Önemli bir durum olmadığına sevindim, sevgiyle…
Aaaa geçen sefer aşağı düşen kilimin artık çöpü boyladığını yazılarınızdan biliyorum, belki bu sefer bir başkası hava almak istemiştir kendiyle aynı renk mandallardan kurtulup demiştim…Neyse ki olmamış.
Halayı hatırladım, birlikte pırpıra (triportör) bindiğiniz hala:)
Malumunuz bana hiç ilginç gelmedi dönen muhabbet. Hatta zamanında bir sebep bundan bıraktım mesleği. Yabanilikten.
Esra’cım, bence sen yabani filan değilsin. Sadece medeni insan ölçüsünde inhibisyonların gelişmiş ve bundan da kısmen rahatsızlık duyduğun için her an duvarlarını kaldırabilirsin. Bence yaptığın iş de bunun göstergesi. Bana kalsa bana ne elalemin çocuğundan?!
Senin adına halkın arasına karışarak renkli bir gün geçirdiğin için sevindim.
Nadiren ben de özlüyorum ve özlem gidermek için Erenköy Pazarı’na gidiyorum. En azından oradaki insanlar sağlıklılar ve onlarla aynı desen bluzu ele geçirmek için çekişiyoruz, mesleğimi onların nazarında iyi yapıp yapmadığım konusunda değil.
Torpil konusuna hiiiç değinmeyelim. Doktor hanım ise bambaşka bir konu.
Bir de “kelebek iğne” benim için çok süper oldu. Onu da sana sonra anlatırım.
Çok hoş olur o muhabbetler 🙂 bence ‘zaarr’ 3 ayda bir koyu sohbet havasındayım lakin benimkiler ağır vakka, oyle olunca sohbette agır ama guluncek sey olunca komalık olabiliyo… yakalarsam kakara kikirik yazıcam ben de :))
ellerine sağlık
geçmişler olsun herkese
çok hızlı başladın okuyucu hayatına:) bu gidişle en hızlı yorumcu erhan’ı sollayacaksın galiba:)
Esra, çok beğendim yazıyı. Başını sonunu biraz toparlasan muhteşem bir kısa öykü olacakmış. Tek tek kişileri gördüm neredeyse, üstündeki kıyafetleri, başörtüsünün rengini falan bile… Cevher varmış sende de netekim…
O da nesi? Bi yerden Fas havası mı esti ne?
Yorumun ne kadar mesut etti beni bilemezsin. Taaa üniversitenin ilk yıllarındayken, başımda kavak yelleri eserken, bana neşeli halim yüzünden “cikcik” ismini takan dedem henüz vefat etmişken, dayım yengem benim gezen, anlatan, bunları herkesi eğlendirir şekilde yapan biri oluşuma hayranken; yengem bana yazsana bunları demişti. Ben de yazacağım demiştim. Kitabımın adı “Başkalarının Hikayeleri” olacaktı. Bir anda gelmişti fikir. Hep böyle dolmuşta, otobüste, trende, hastanede yanıma oturup anlatmaya başlayanların hikayeleri-tabi ki bol kakarakikirili. 2 sene kadar önce, sıkıntılı bir dönemimde biraz da kafa dağıtmak için bir seferde oturup 3 hikaye yazmış, diğerlerinin de başlık ve temasını belirlemiştim. Gel gör ki, nasıl oldu bilmiyorum, yazıların tek kopyası bilgisayardan uçuvermiş. Üzüldüm ama vardır bir nedeni dedim. Bu o projenin ilk halkası olsun o vakit. Diğer halkalar ne zaman eklenir bilemem. Beklerken, Memleketimden İnsan Manzaraları daha iyi bir isim ayrıca. Hem Nazım Hikmet’e de bir göz kırpmış, saygımı sunmuş olurum ismiyle. Selamlar, sevgiler.