“HİÇ geçmeyecek mi benim bu hastalığım? Neden hep BEN hastalanıyorum?”
Bunu, gözlerinde yaş hisli bir ses tonuyla söyleyen, bardağın hep boş tarafını gören, sabır ve olumlu düşünme konusunda zerre kadar bana çekmeyen Ela. (Beğenilmeyen huylar hep babaya çeker, hala öğrenemeyen var mı?)
Çarşamba günü okuldayken dayanılmaz bir başağrısı çekmeye başlamış. Ben eve geldiğimde, hiç alışık olmadığım şekilde uyuyordu! Benim geldiğimi farkedince, ağlamaya başladı ve yukarıdaki repliği sarfetti. Halbuki kendisi senede 1 kez hastalanan ve bu hastalığı da en hafif biçimde ve en kısa sürede geçiren bir bünyeye sahip. Lezzetli ağrı kesicilerle akşamın geri kalan kısmını şen şakrak geçirdik. Sabah hafif bir boğaz ağrısı dışında bir sıkıntısı olmayınca, perşembe de okula gitti. O günü vukuatsız ama iştahsız ve biraz halsizce geçirmiş. Akşamına ateşlendi. Sabah ise karnında, göğsünde isilik gibi kırmızı pütürüklerle uyandı. Bu iyi haberdi, çünkü döküntü genelde bu tip hastalıkların son safhasıydı. Gayet enerjik görünmesine rağmen bulaşıcı olabileceği için okula gitmedi. Zaten sonra teşhis de bulaşıcı olduğunu doğruladı: “kızıl”.
Tabi Ela’nın durumu belli olunca gözler evde sürekli öpüşüp sarılarak tükürük alışverişinde bulundukları Ayça’cıka yöneldi. Cuma ve takipeden günlerde durmadan hastalığın ilk safhası baş ağrısı durumunu sorup durdum. Neyse ki Ayça’nın bünyesi kızıla pek itibar etmemiş!
Haftasonumuzu milim boş kalmadan uçuca aktivitelerle doldurmuştum, ama sen ne planlarsan planla sonuçta yaşadığın bu plandan çooook farklı olabiliyor. Bizimki de öyle oldu.
Cumartesi sabahı eski iş yerimden bir grup arkadaşla çocukları kaynaştırma ve durum güncellemesi başlıkları altında bir “kısır şenliği” planlamıştık. Bu buluşmada kısır çok önemliydi. Çünkü bu grup ilki 2006’da olmak üzere muhtelif defalar topluca kısır yemeye niyetleniyor, fakat bir türlü başarılı olamıyorduk. Bu sefer çok yaklaşmıştık, ancak olay bensiz gerçekleşmek zorunda kaldı!
Zaten kısır konusunda kısır olan benim! Anlatayım. 2006 yılının eylülünde o zaman çalıştığım şirketimizde yeni bir yapılanmaya gidilmiş ve bir kısım arkadaşımız aramızdan ayrılmak zorunda kalmıştı. Pazarlama bölüm şefimiz de ayrılacaklardan biriydi. Şirkette adetti, her gidene bir bölüm yemeği yapılır, bir hediye ile uğurlanırdı. Bölüm şefimiz böyle şaşalı bir uğurlanma istemediğini söyledi. Çok yakın bir dönemde babasını da kaybetmişti zaten. Dolayısıyla bölümden çok sevdiği kişilerle, işe çok yakın olduğu için bizim evde ve çok sevdiği için de kısır eşliğinde sıcak bir uğurlama yapalım dedik. Eğer şirkette bir organizasyon yapılırsa o da ekstra olacaktı.
Hem ev sahibi olmamdan ötürü, hem de böyle organizasyonları gözü kapalı yapabildiğimden milleti toparlama işi bana düştü. Neyse o şunu dedi, bu bunu dedi, sonunda olay evde kısır‘dan, dışarıda yemeğe dönüştü.
Bir akşam bir cafede buluştuk, aklımızca arkadaşımıza veda ettik.
Ertesi sabah 10 dakika kadar gecikerek işe geldiğimde bölüm sekreteri müdürümüzün odasında beni beklediğini söyledi. Ben gecikmeme laf etmesini beklerken, çoook farklı bir konudan azar işittim.Suç iddiası şöyle : Şirkette planlı ve örgütlü bir şekilde kısır çetesi oluşturma, bölüm içinde hizipçilik yapma, bölüm müdürünü hiçe sayarak derin pazarlama kurma, yazılı olarak örgüte eleman toplama(buluşmayı email yoluyla organize ettim de)…
Size yakın tarihimizden bir şeyleri hatırlattı mı? Hani ortada suç yok, delil yok, ama içerdeler?
2 saat kadar süren duruşmada şok olmuş bir şekilde, boğazım düğüm, gözlerim yaşlı suçlamaları dinledim. Müdürümüz baktı ben pek salak görünüyorum, bu bunu tek başına yapmış olamaz dedi herhalde. 2 kişi daha aldı odaya, o günkü buluşmada aramızda olan. Onlar da safçık çıkınca, 2 kişi daha… Kala kala odaya almadığı 3 kişi kaldı!
O azara çağrılmayan 3ün1‘i hafta sonu müdürümüzleymiş, doldurmuş da doldurmuş. Kendisi alkış toplayabilmek için “müdürümüz efendimiz sizin arkanızdan iş çeviriyolla-sizi hiçe sayıyolla, bölümü bölmeye çalışıyolla” diye anlatmış bir sürü martaval. Yahu, madem yaptığımız öyle bölücü bir buluşmaydı, şöminenin yakınına çöküp, niye kikir kikir kikirdedin durdun gece boyunca?
Bu benim kişisel iş yaşamı tarihimde müdürümden işittiğim ilk ve tek azardır! Bana ne mi öğretti?
Hiç bir şey.
Tüm bu azarın doğuş sebebi kısır’ı hala çok seviyorum.
Halen organizasyon işine bol bol soyunuyorum.
O 3ün1‘i arkadaşa da tek laf etmedim konuyla ilgili. O da olaydan sonra yaltaklandı durdu çevremde. Anlaşılan kabağın benim değil başkasının başına patlamasını bekliyormuş, ben kim vurduya gitmişim.
Cumartesi eski sanıklardan 3-4 kişi buluşacaktık ve yiyemediğimiz kısırı yiyecektik! Ama olmadı. İlahi adalet vurdu tepeme,” sen evde otur, kısır çetesi kurmak yok” dedi.
Biliyorum kızıldan girdim, kısırdan çıktım… Dudak bükmeyin, alakasız görünüyorlar ama aralarında 3 benzerlik var. Bulabildiniz mi?
Kısır demişken, sonraki yazıda size kendi icadım pekmezli kısır tarifi vereyim. Parmaklarınızı yiyeceksiniz!
Ben de kısırın fotoğrafını görünce,bütün bu hikayeyi bilmeden,pazar günü sana gönderdiğim kısırın fotosu sandım,İyimserliğin kimden geçtiğini anladın mı?Nazlı prensesine geçmiş olsun.
İyimserliğin yanında temiz kalplisin de…. Kısır hevesimin kursağımda kaldığını hissedip, en lezizinden yollamışsın-sağol. İnan tüm gönderdiğini BEN yedim nefessiz. Kimseye zırnık vermedim.
Minişe geçmiş olsun Esra’cım,
kısır hikayesi ise oldukça fantastikmiş bayağı gülüştüm okurken,
siz en iyisi mi bu kısırcanın adını değiştirin lanet ortadan kalksın :O)
Aaaa sen benim bu kısır hikayemi bilmiyor musun? Demek üretime kadar gelmemiş bağrışlar. Senin de dünyadan haberin yok; şirket çalkalandıydı zamanında halbuki!
Alıklığımın üzerimde olduğu bir zamanda vukuu bulmuş demek ki :O) ama hikayedeki baş rolü tahmin edebildim doğrusu