Geçtiğimiz pazar akşamı keyiften baya baya göbek attım. Kızlar hafta boyunca annemlerle birlikte kaplıcada olacaktı. Kocam da çarşambadan itibaren iş seyahatine gidiyordu. Ben de alt alta yazıp yapamadığım bir sürü buluşmayı, gezmeyi, ziyareti bu döneme sığdıracak olmanın keyfiyle kabıma sığamayarak, fazlaca nispet yapmış olmalıyım sağa sola. Pufffff, büyü bozuldu: Pazartesiyi salıya bağlayan gece yarısı müthiş bir kasık ağrısıyla uyandım.
Geçen sene yaşadığım ağrının aynısı; iki büklümüm doğrulamıyorum. O seferinde, oramı delip, buramı çekip “böbrek taşı düşürüyorsun” deyip göndermişlerdi. Bir de lökositli durumumu nötürlemek için antibiyotik vermişlerdi.
Ağrı aynı olunca ben eczaneden aynı antibiyotiği edindim- kuzu kuzu iki büklüm ağrılı halimin geçmesini beklemeye koyuldum. İkinci gün de şikayetler devam edince, o gün önceden planlanmış diş taramamızı iptal etmek üzere arkadaşım İcer’e mesaj attım. Hoop geri aradı.
Durumu özetledim, ancak o kadar karışık ve uzun özetledim ki ben bile ne dediğimi anlamadım. Lafımı bitirince, kısa bir suskunluk oldu.
Belli ki “Yuh cahil misin?” demek istemesine rağmen, kibar arkadaşım “Öyle olur mu Esra, geliyorum seni almaya doktora götüreyim” dedi. Benim anlatamayışımdan, benimle aynı şikayetlerdeki bir başkasına verilen ilaçları kullandığımı sanmış. Buna rağmen “yuh” dememiş yani, anlayın kibarlığını!
İnsan hastayken, eğer ipleri eline alamıyorsa, kendisinden güçlü birinin masaya yumruğu vurabilmesi ne güzel! Ben o duygusallıkla İcer’i beklerken, bir posta mutluluktan ağladım. O akşam da kardeşim ve karısı kol kanat gerdiler. Allah’ım bir izzet bir ikram… Sırtta yastıklar, bitki çayları, istediğim kanalı açmalar!
Neyse sonra 2 gün süren doktor maceraları sonrası, benim korktuğum konularda bir sıkıntım olmadığı, sorunumun kalın bağırsaktaki iltihabi bir durumdan olduğu tespit edildi. Aldığım antibiyotik doğruydu, yalnızca ek bir dozaj daha vermek gerekiyordu.
Şimdi zımba gibiyim demek isterdim ama itiraf etmeliyim henüz zımbamsıyım! Bu arada, tüm ev ahalisi de yuvaya döndü. Onlarla birlikte cıvıltı ve neşe de tabi!
Tam arabeske bağlamışken felsefeye hızlı bir geçiş yapayım. Yukarıdaki süreç esnasında birkaç yıl önce Ayşe Arman’ın Betul Mardin’den bahsettiği bir yazı (yazıyı okumak için buraya bir tık) aklıma geldi. Betul Mardin’i canlı görme şansım oldu, elindeki bastona rağmen duruşuyla da, çizgisiyle de dimdik bir kadın. Yazın gittikleri bir deniz kampında ayağı kayıp düşmüş. Haliyle bir anlık bir acizlik durumu yaşanmış. Çevresindekiler hiç alışık olmadıkları bu durum karşısında panikleyip ne yapacaklarını şaşırmışlar. Bir karmaşa bir başı kesik tavuk koşturması… Tam o sırada Betul Mardin yine almış ipleri eline; yattığı yerden “sen ilacımı getir, sen doktorumu ara, sen arabayı getir” diye örgütleyivermiş çevresindekileri.
Ben Betul Mardin kadar güçlü değilim; aslında belki de cümlenin doğru şekli “onun kadar tecrübeli” değilim. Hastalık esnasında hemen kendimi toplayıp “imdat” dediğimde yardımıma koşacak onlarca kişiden hiçbirini arayamadım. Onun yerine kurban rolünü seçip, kabuğumda iyileşmeyi bekliyordum; iyi ki bir el beni tutup çıkardı! Her nakavtlık hastalığımda mel mel yatarken; babamın, annemin, kocamın sırtlayıp götürdüğü, iyi ettiği gibi.
Sanırım kullandığım yüksek dozda antibiyotik idrak yollarımdaki enfeksiyona da iyi geldi; zira bir idrak açılması yaşadığım muhakkak. Siz beni bir sonraki hastalığımda görün: “sen sırtımı ovala, sen masal anlat, sen ıhlamur kaynat, sen en yakışıklısından bir doktor kap.”… Kontrol bende!