Ahh ah ne günlerdi. Devlet tiyatroları, şehir tiyatroları, festival filmleri, kısa filmler, operalar, müzikalle, konserler… bulduğumuz her etkinliğe katılacak zamanımız ve enerjimiz vardı.
İstanbul film festivalinde yaşadığımız bir iki fiyasko sonrası film seçiminde de gayet ustalaşmıştım. Derken tam 10 yıl önce Filmekimi diye bir film festivali daha oldu İstanbul’un! İlk sene olmasının da verdiği heyecanla ben hemen bir kaç filme bilet aldım.
10 yıl öncesinin Eylül ayında Ayto ile ilişkimiz başka bir boyuta geçmiş, Ekim ayında da bir oldu bittiyle beni annesi ile tanıştırmak istediğini söylemişti. E ama ben Filmekimine bilet aldım!
Aklım sıra bu iki etkinliği birleştirdim, annesine bir ikindi çayına gidebileceğimi ve fakat biletim olduğu için de erken kalkmam gerektiğini söyledim. Çay faslı düşündüğümden sıcak geçti; annesine ek olarak ablası ve şans eseri uğrayıvermiş (yersen!) rahmetli teyzesi ile de o gün tanıştık. Saat 5 gibi de Aytuğ uğradı, beni aldı ve ok gibi 6 seansına yetişmek üzere Beyoğlu’na yollandık.
Saat 6’yı 10 geçe sinemanın önündeydik, görevli filmin başladığını içeri alamayacağını söyledi. Ben başladım yalvarmaya: “Bakın bugün bu gencin annesiyle tanıştım. Oradan geliyoruz. Erken çıkamadık. Ancak yetiştik. Taaaa karşı yakadan geliyoruz. N’olur. N’olur. N’ooooooluuur.” diye. Adam bize acıdı, balkonda VIP için ayrılmış deri pofuduk koltuklu bölüme aldı.
Nefes nefese ve kan ter içinde rahat koltuklarımıza kurulduk. Ekranda arı peteği ve vızıldayan arılar. Oradan başka altıgenlere geçiyor. Arı vızıltısı devam. Sonra hışırtılı alüminyum kıyafeti giymiş uzaylı kılıklı antenli adamlar yürüyorlar, vızıltı uğultuya dönüşüyor. Altıgenler, arılar, ışıltılar, vızıltılar, uğultular…..Filmde ay bak şurası bari süper diyebileceğin tek kare yok!
O kadar yalvarıp girdiğimiz için çıkmak yemiyor, zaten biletçiye de ayıp olacak. Ama film de dayanılacak gibi değil.
Yarım saat sabrettik. Sonra çıktık. Kös kös eve dönmek olmaz, bir şeyler içmek üzere hemen sinemanın karşısındaki kahveciye girdik. Bir taraftan halimize gülüyor, bir taraftan da kurtulduğumuza şükrediyoruz. Film seçme becerilerimle de sonuna kadar dalga geçiliyor tabi!
O sırada 2 arkadaşımıza rastladık. “N’aber, n’apıyorsun?” faslından sonra “……’den çıktık. İğrenç bir filmdi.” dedik. “Aaaa biz de şimdi ona gireceğiz. Girmeyelim mi yoksa?” dediler.
Festivalde aynı filmin 2 seans üstüste oynaması rastlanmış şey değil. Ortada bir terslik olduğunu anladık, hemen programa baktık. Haklılar, biletimiz olan film 9 seansında. Tanışma çayından kaçmak için, beynim güzel bir oyun oynamış; filmin senasını 3 saatçik geri çekmişim. Dolayısıyla da bambaşka bir filme girmişiz!
İnanmayacaksınız, kapıdaki yufka yürekli biletçi bize 2. kez iltimas geçti ve biletlerimizin onlarda kalacak parçası olmamasına rağmen bizi yine içeriye aldı. Ve gerçek filmimiz, gerçekten güzeldi.
Bu maceradan 10 yıl sonra, bu sene uzuuuuuun bir süre ara verdiğim festival filmlerine muhteşem bir dönüş yaptım.
Neler yaşadım, nasıl hissettim? Yarın.
O vakitler, erkekler mi kızları anneleri ile tanıştırıyorlardı? Bir de sen tanışırken, Aytoğ niye orada değildi? Kayınların tanışma hikâyesi de ilginç mi? Zira benimki çok ilginç, ama yayın izni çıkmadı…
Ay dur teker teker sor. Ben teker teker cevap vereyim. 1. Her vakit erkekler kizlari anneleriyle tanistirirlar- sanirim onaylarini almak icin. 2. Ayto kadinlarin arasinda ne isim var dedi. Ki bence hakli. 3. Kayinlarin tanisma hikayesinden kakara kikiri cikmaz. Pek yolundaydi her sey. Sizinkine ben de izin vermezdim. Torunllariniza anlatirsiniz artik siz de:)
ayy niye ki.. simdi cok merak ettim kayinlarin tanisma olayini….