Bit pazarına nur yağsa…


Geçen cumartesi okulumuzda üçüncüsünü gerçekleştirdiğimiz bir ikinci el pazarı yaptık. Amaç velilerimizin ortak bir aktivitede kaynaşmasını sağlamak, çocuk-anne/baba paylaşımına yönelik hoş saatler yaşamak ve tabi evlerdeki kitap ve oyuncak yığınlarından, ihtiyacı olanlara vererek, kurtulmak! Çocuklarımız artık kullanmadıkları oyuncakları, kitapları, yap bozları büyükleriyle birlikte türlü türlü taktikler kullanarak, kendilerine ait tezgahlarda satmaya çalıştılar. Kimisi alım yapanlara çikolata verdi, kimisi ise 1 alana 1 bedava hediye etti. Bazı çok komik sahneler de yaşandı tabi. Evdeki fazla eşyalardan kurtulma hayalindeki anneler, malesef eve getirdiklerinden daha büyük boy ve gereksiz eşyalarla dönmek zorunda kaldılar. E çocuklar kazandıkları paraları diğer tezgahlarda harcadılar tabi. Bir çocuğun elinde açıldığında 2 kanatlı bir pencere kadar olan yelpazeyi sallayarak “anne bak ne aldım!” diye sevinçle koşuşu ve annenin yüzündeki şaşkın ifade gözümün önünde.

Bu iş benim icadım  değil tabi. Türkiye’de de bit pazarı, eskici, sahaf denilen ikinci el satışına yönelik profesyoneller var. Kişinin kendine ait kullanılmış bir eşyayı sivil organizasyonlar tarafından düzenlenen bir etkinlikte satışı ise en fazla 5-10 yıllık maziye dayalı.Kermesleri, ikinci el olmadıkları için, konunun dışında tutuyorum.

Bundan 18 yıl önce bir değişim programı ile Kanadalı bir ailenin yanına gittiğimde, ilk kez yurt dışına çıkıyor olmanın verdiği çılgınlıkla (görmemişlik demeye dilim varmadı)  bir dolu hediye almıştım. Oraya gittiğim bavula sığmayınca, aile beni yard sale (bahçe satışı) ya da garage sale (garaj satışı) dedikleri bir mahalle boyunca herkesin evinin, garajının önüne artık kullanmadıkları eşyaları üzerlerine fiyat etiketi yapışırıp, çok uygun fiyatlara sattıkları pazara götürmüşler, ben de kendime elden düşme bir bavul almıştım.

Çok hoşuma gitmiş olacak bundan 2 sene kadar sonra İtalya’da (size kamp yerini bulma hikayemi daha önce anlattığım) bir çalışma kampına  katıldım; çok büyük bir ikinci el pazarı orgaznizasyonu. 10’u türlü ülkelerden olmak üzere 150 kadar gönüllünün yürüttüğü 10 senelik mazisi olan bir organizasyon. Sabah 8 gibi uyanıp, kahvaltı sonrası o gün için bize verilen göreve bakıyorduk: Bir grup kamyonetlerle çıkıp çevre kasabalardan tek tek zilleri çalarak mazleme topluyor, bir grup bu kamyonetlerle gelen malların ayırımını yapıyor, bir diğer grup da satışını üstleniyordu. Pazarı görseniz şoke olursunuz, elektrikli eşyadan mobilyaya, kıyafetten mutfak eşyasına her şey var!

Ben İtalya’ya trenle Fransa’dan giriş yapmıştım. O dönem babamdan dolayı yeşil pasaportum olduğu için, vizesiz girebiliyordum. Sınırda hiçbir sorun çıkmadan beni sokmuşlardı. Ancak kamptaki, yabancı katılımcıları yabancı şubeye bildirmekle görevli polis ısrarla bana vizemin eksik olduğunu, durumumun araştırıldığını, mümkün mertebe onun gözetiminden uzaklaşmamamaı söylüyordu.

Kampın sanırım 2. ya da 3. günüydü. O gün bana düşen görev, kapı kapı dolaşıp, eşya toplamaktı. Ben İtalyan bir kızla dolaşıyordum. Çaldığımız zillerden birini70-80 yaşlarında akça pakça bir teyze açtı. Arkadaşım kim olduğumuzu, ne istediğimizi anlattı. Kadın da  kattı bizi peşine, evin çatıya doğru yükselen merdivenlerini yaşından beklenmeyen bir çeviklikle sekerek tırmandı.

Ev mis gibi beyaz sabun kokuyordu. Anlaşılan kadıncağız yeni temizlik yapmıştı. Çatı katında koli koli bizi bekleyen eşya vardı. Alçak tavanlı, karanlık, havasız bir yer. Arkadaşım, kolileri görünce taşımak için destek kuvvet çağırmaya gitti. İşte tam o sırada gülümseşerek anlaştığımız teyzecik yere düşüverdi.

Ben şaşkınlıkla ve ne yapacağını bilmez halde sağa koştum, sola koştum, pencereye koştum. İçeride bir de tavuklar var, kanat çırpıp, gıdaklaşıp duruyorlar! Anlayacağınız tavuklar gıdaklayıp kanat çırpıyorlar, ben de ahlanıp vahlanıp kollarımı çırpıyorum.

Hemen aşağıya, ekipten diğer insanlara bağırdım. Nereden bildiğimi bilmediğim ilkyardım bilgisi kırıntılarıyla kadının ayaklarının altına yükselti koydum, düğmelerini açtım, gözlüğünü çıkardım. Bir taraftan da aklımdan türlü senaryolar geçiyor: “Zaten vizem yok. Polisler gelecek. İtalyan hapislerinde çürüyeceğim. Saatlerce sorguya alınacağım. Bir daha vatanımı görür müyüm? Ahh ahhh. Kaçsam mı acaba?” diye. E koyun can derdinde, kasap et derdinde!

Nasıl bir sistemdir, benim bir aşağı çığırmam yetti; 5 dakika olmamıştı, ambulans geldi. Malesef kalp masajı filan hiç bir şey işe yaramadı. Teyze’cik tertemiz evinin sefasını süremeden, tavuk tüyü uçuşan karanlık çatısında son nefesini verdi.

Korkmayın İtalyan hapislerinde çürümedim. Kimse ifademi filan almadı. Zaten vizeye de gerek yokmuş. Hikayenin bundan sonraki kısmı sabahları tozun içinde eşya taşıyarak, akşamları da makarna ve dondurma yiyerek geçti. O koşturmaya rağmen 5 kilo alıp döndüm!

Her sene Eylül ayının sonunda, okuldaki pazar vakti yalaştığında bu anı aklıma geliyor. Neyse ki bizde böyle yürek hoplatan hikayeler yaşanmıyor! Tek kaygımız acaba o gün yağmur yağar mı yağmaz mı???

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s