Bu yazı misafir sanatçı erhantoker tarafından yazılmıştır.
Sene 2009, aylardan Temmuz, yer Mürefte.
İzlen ile tanışalı 1 yılı geçiyor. İzlen’in arkadaş grubunda ‘Komili Kızlar’ adı verilen bir çete var. Bu kızlar gruptan birisi, yeni biri ile tanıştığında bu zavallı erkeği epeyce hırpalayarak akıllarınca bir teste tabi tutuyorlar. Fakat ben, grubun hemen hemen hepsi evlenip çoluk çocuğa karıştıktan sonra sisteme girdiğimden benimle pek uğraşan olmadı. Hatta gruba ilk giren Aytoğ, “abi bizim zamanımızda böylemiydi?” gibi şakalar yapıyor.
Test işi böyleyken, Temmuzda İzlen ile birlikte çok sevdiğim Mürefte’yi ziyarete gittik. Nişanlanma arifesindeyiz. Aile ile ilişkilerim çok iyi. İzlen’in ablası da Mürefte’de. Anlayacağınız ben deplasmandayım ve evsahibi takım tam kadro. Bir sabah babam (kayın olan) bizi tekne ile, tanıdıkları Ayşe Hanım’a götürmeye karar verdi. Eeee, müstakbel damat eş, dost, akraba ile tanıştırılacak. Tüm aile sandala yaklaştık. Babam sandala binip içeriyi hazırlayacak. Tam bu sırada anahtarları denize düşürdü. Mürefte limanı kapalı bir liman. İçerisinde deniz anası, mazot, belki lağım arayacağınız her pislik var. Herkes tühtühlenirken, babam bana bakmaya başladı. Anahtarı denizden alacak gönüllü bulunmuştu. Neyse tişörtümüzü çıkartıp daldık denize; şansıma ilk dalışta anahtarları çıkardım. Ancak liman betonu yüksek olduğundan lastiklere tutunup çıkmak lazım geldi. Yeterince pislenmemişim gibi bir de lastiğin pisliği bulaştı her tarafıma. Beni tanıyanlar ne kadar titiz olduğumu bilir.
Bu arada tanıdığa da her ne hikmetse deniz yoluyla gidiyoruz. Yolda ben bir köşeye sinmiş “nasıl temizlenebilirim?” modundayım. Yol boyunca deniz pis olduğundan ellerimi bile yıkayamadım. Burnumda pis bir mazot kokusu yola devam. Tanıdıkların evine yaklaştıkça deniz üzerinde talaşa benzeyen atıklar belirmeye başladı. Zannedersiniz bir mobilya fabrikası tüm ince talaşı denize bırakmış. Ama kıyı temiz olacak ki, bizi bekleyen ev sahibi hanım denizden bize el sallayıp bizi çağırıyor. Kimse denize girmiyor ama. Ben de kadıncağıza ayıp olacak diye atladım o talaşların içine yüzdüm kıyıya. Ben yüzerken Ayşe Hanım’ın Bey’i diğer kadroyu teknesinle alıp karaya götürdü. Artık ne düşündülerse… Ben de Ayşe teyze ile merhabalaşıp kıyıya çıktım. Bereket evin bahçesinde, yazlık klasiği bir kova su var ve güneş ile iyice ısınmış. Ben de kovadan dökme su ile kulaklarımın içine giren talaşları ve başka pislikleri olabildiğince uzaklaştırmaya çalıştım. Aile de bana bakıp gülüyor. İzlen titiz olduğumu bildiği için onları uyardı da gülmeleri bir nebze azaldı.
Biz sohbete devam ederken, babam yerinde oturamaz oldu. Sonunda dayanamayıp, 12 yaşındaki torununa “Sine, galiba kontağı açık unuttum, sandala yüzüp kontağı kapatır mısın? Akü bitecek.” dedi. 12 yaşında bir kız çocuğu bunu yapamayacağına göre bu söz bana söylenmiş olmalıydı. Efendim, sakınan göze çöp batarmış; girdim denize, yüzdüm sandala, kontağı kapatıp geri döndüm. Böylece tekrar pislenmiş oldum. Artık temizlik için sıcak su da yoktu. Bahçe hortumundan soğuk su yardımı ile temizlenmeye çalıştım.
Dönüşümüzde, abla herhalde Annem’e haber vermiş olacak ki, termosifon açılmış, banyo beni bekliyordu. Uzunca bir banyodan sonra iyice arındım.
O akşam düşündüm: Acaba bir Komili Kızlar imtihanı daha mı rahat olurdu?
Ya adamı işte böyle komilikız imtihanına fit ederler! Aytuğ da ne yaşamış yani, alt tarafı bir iki iğneli laf, kışkırtıcı ima…