Bir arkadaşımız anlattı. 5-6 kız arkadaş 40 yaş kutlaması için Paris’te buluşmuşlar. Ellerinde bavullar filan, otele gidecekler. Meşhur Paris metrosuna girmişler, ellerine metro haritası almışlar. O sırada birisi susamış, birisinin tuvaleti gelmiş. Bir diğeri çok yorulduklarını bahane ederek, bir cafeye oturmayı teklif etmiş. Grup bu fikri coşkuyla onaylamış, oturmuşlar. Kahveler ısmarlanmış, ellerindeki haritaya bu da neymiş diye göz atan, otele nasıl ulaşacaklarını çözmeye yeltenen bir Allah’ın kulu yok! Böyle 1 saat geçirmişler. Konu bir türlü nasıl gideceğiz’e gelmiyor, çünkü lafı açan yol bulma işinin kendi üstüne kalmasından korkuyor. Harita okuma, rota çizme işinde bir erkeğe yaslanmaya o kadar alışmışlar ki!Erkeklerin yön bulma konusunda doğal bir yetenekleri olduğu bir gerçek; sanki doğarken içlerine bir posta güvercini yerleştirilmiş. Gerçi şimdi güvercine gerek yok, hepsinin telefonlarına navigasyon programları yerleştirilmiş. Kocam benim vıdı vıdımdan çekinmese hemen yanımızdaki markete hedefi ve çıkış noktasını girip, telefonundaki mavi okları takip ederek gidecek!
Kadınlar arasında da yönünü bulabilen istisnalar mutlaka vardır. Ben onlardan değilim. Ama benim de ilk defa 1996 yılında keşfettiğim fena halde ballı bir “aradığım yerin önümde belirivermesi” durumu var.
Bu 96 yılında, İtalya’nın minik bir şehrinde (Formula 1’ciler yakından bilir: Imola) bir çalışma kampına gidecektim. Direkt uçak olmadığı için, merkezi bir yerden trenle gitmem gerekiyordu. Trenim sabaha karşı saat 4’de Imola’ya vardı. Zaten gün içinde insana rastlamak zor, o saatte in cin top oynuyor! 2 seçeneğim vardı, ya sabah makul bir saate kadar oracıkta bekleyecektim, ya da kamp yerini arayacaktım. Ben ikinciyi seçtim.
İstasyonun hemen önündeki şehir haritasına baktım. O bana baktı. Bakıştık.
Baktım dilini anlamıyorum “ciao” deyip, yola vurdum kendimi. 20 dakikalık bir dur sağa döneyim, dur sola döneyim, şu sokakta güzelmiş’ten sonra kendimi kamp alanında buldum. Saat sabah 4:30. Kamp alanı dediğim de kiliseden hallice bir dini mekan. Kapıdaki koca pirinç zili salladım. Uykulu bir rahip açtı. Oradaki anılarım daha sonra…. Bu sefer konumuz, benim hiç tarif marif olmadan nasıl orayı bulduğum!
Ooo küçücük şehir, bütün yollar kiliseye çıkıyordur demeyin. Çünkü bu olay daha sonra da muhtelif defalar başıma geldi. Hatta bir keresinde taksiye yanlışlıkla Gayrettepe Karakolu yerine Mecidiyeköy Karakolu’na gidiyoruz demişim. Adam o gün gösteri var diye beni ara sokaklardan Mecidiyeköy’e götürürken, ben asıl gideceğim yeri tanıyıp yolda “DURUUUUUUN” diye bağırmıştım. Taksici yazık, gideceğim yerden önce heyecan içinde bağırmama bir anlam veremedi, bir şey unuttum sanmış. Açıklayınca anladı tabi.
Neyse, sonuçta bir taksinin Mecidiyeköy Karakolu’na Gayrettepe Karakolu’nu uğrak yapıp gitme olasılığı yüzde kaçtır? Benim “Allah’a emanet” yöntemimin de en az navigasyon cihazları kadar güvenilir olduğu artık kabul edilmesi gereken bir gerçek. Tek defosu, bazı durumlarda biraz uzun sürüyor olması.
Bizim Paris güzellerinin sonunu merak mı ediyorsunuz? Fransız bir adama sormuşlar, o da yollarını doğrultuvermiş!
Bence seninki harita kusurun Izlen ile olan arkadasligindan geliyor…Yan gözle bakip cözen bir onu taniyorum ben : ))
Sen Allaha emanet ol ve kalbinin yolunu izle bak ne guzel yollar : ))
Doğru İzlen hem seviyor harita işini, hem de süper kotarıyor. Zaten zamanında bu becerisinden dolayı Guru diye lakap takmışlardı. Ben de öyle ya da böyle varıyorum gideceğim yere. Kakarakikiri çıkıyor bana da:)
Aferim arkadaşım sana. WordPress sıralamasında günün popüler blogları arasında yerini almışsın. Kısa zamanda başarmışsın. Tebrikler….