Çok yoğun dönemlerin ardından- sınav dönemi olsun, evlilik dönemi olsun, çalışıyorsanız rapor, sunum, bütçe dönemi olsun-, yoğunluğun hemen ertesi günü insan kendini bir boşlukta hissediyor. Bana geçenlerde oldu; 9 Çarşamba’nın işi bir araya toplanmıştı ve ama 10., 11. 12. işler biz de geleceğiz diye sorgusuz sualsiz geliyordu üstüme üstüme. Çok gergindim tabi. İşte bu gerginliğin ortasında bir müzik sesi bakışımı değiştirdi. Etrafımdakilere uyup, müzikle kıvırtmaya başladığımda, yetişecek şeylerin hepsi yetişti. Esas önemlisi de keyifle yetişti. Neyse konunun kakarakikirisi o değil; işler bitti, ertesi gün ben kendimi feci bir boşlukta hissettim. Böyle durumlarda kilitlenir kalır, ben kimim, ne yaparım, zaman nasıl geçer, meşgalem var mıdır bir türlü kestiremem.
İşte bu boşluk anlarında hep bir arkadaşım gelir aklıma, üniversite döneminde birlikte kamp yaptığımız bir arkadaşım. Gençlerarası Değişim Kampı denilen bu kamplarda bir komite başkanının önderliğinde 8-10 kadar kamp görevlisinin sorumlulukları kampın organizasyonu, lise ya da üniversite çağındaki misafir kampçıların havaalanından karşılanması, aile yanlarına yerleştirimesi, sonra aile yanlarından alınması, 1 hafta kadarbizimle birlikte Robert College’de misafir edilmesi, sonra da evlerine uğurlanmaları gibi işler. Tabi kamp görevlisi olarak yük çok ağır; en son yatıyor (hatta bazen, her ne kadar keyfi de olsa, sabahlıyor), ilk kalkıyor ve programın düzenli akmasını sağlıyorsunuz. İşte bu yorucu kamp günlerinin ardından arkadaşım havaalanına belki 10. seferini yaptıktan ve son çocuğu da yolcu ettikten sonra eve gitmiş. Yatağa sürünerek ulaşmış, uzanıp tavana dikmiş gözlerini. Sonra “aaaaaaaauuuuuaaaaaauuu” diye ulumayla feryat arası bir çığlığı havası kaçan balon misali koyvermiş. Ben de onun gibi yaptım, ne yapacağımı bilmediğim o anda uludum tutulan aya karşı. Çok iyi geliyor:)