Siz hiç bitlendiniz mi? Ben iki kez bitlendim. Birinde daha okula bile gitmiyordum. Hemen saçlarım kısacık kestirilmiş, türlü zirai ilaçlar kafama sürülmüş- buna rağmen İzmir fuarına olan gezimiz iptal edilmemişti. İyi ki de edilmemişti. Kesilen saçlarımın ve ilaçlar sebebiyle yüzülen kafa derimin acısını son hızla dönen balerin pek de güzel hafifletmişti. Laga luga denilen ve çalkalayan oyuncak ise bit olayını tamamen unutmama sebep olmuştu. Geçen o gün balerinde çekilmiş fotoğrafımı buldum, kafam ilaç sebebiyle pırıl pırıl, ama keyfime diyecek yok!
İkinci seferinde orta okuldaydım, kuzenimle saç karıştırmaca oynuyorduk. Sırayla saçlarımızı karıştırıyor, etrafta kepekler uçuştukça da keyifle kıkırdıyorduk. Sıra kuzenime geldiğinde, önünde oturduğumuz masanın üzerine minik kahverengi bir şey düştü, bir böcek. Panik içinde teyzeme seslendik. Minik bir araştırmadan sonra, ikimizin de bitlendiği ortaya çıktı. Eniştem nöbetçi eczane bulup, ikimize birer şişe bit şampuanı aldı. Sonra da teyzem banyoya sokup resmen kaynar suda ikimizi de kırkladı. Neyse ki çabuk kurtulduk.
Bitlenme olayında, bitlenen taraf olmak meğer işin en kolay kısmıymış, sonuçta alt tarafı bir büyüğün dizine yatıyorsunuz ve o kafanızdaki bitleri, sirkeleri ve yavşakları temizlerken sabırla bekliyorsunuz. Bu her 2 ucu da kirli değneğin, daha da kirli olan tarafı maalesef, biti fark edip, temizleyen taraf olmakmış. İşte ben bunu, her şeyde olduğu gibi başıma gelince anladım. Bir gün arabada, eve dönüyoruz. Arka koltukta, büyük kızım kucağıma yatmış, ha bire kaşınıyor. Ben de bu gibi durumlarda yapılan klasik espriyi yaptım: “kız, yoksa bitlendin mi, kaşınıp duruyorsun?” Elimde çok değerli ülkelerin çok değerli üniversitelerinde yapılmış bir araştırma sonucu yok ama, “yoksa bitlendin mi, kaşınıp duruyorsun” esprisi yapılan 100 kişinin, en azından 50’sinin sonuçta gerçekten bitlendiği için kaşındığının ortaya çıktığından eminim. Ben bu cümleyi söyledim ve o anda yıllar önce benim kafamdaki bitlerin de bu replik sonrası tespit edildiğini hatırladım. Vücudumu bir sıcaklık kapladı. Saç aralarına baktığımda saç tellerine sıkı sıkı yapışmış, kepek gibi fakat rengi kah kahverengi, kah beyaz olan şeyler gördüm. Yine çocukluğumdan hatırladığım bir sahneyi, bu kez annemin ya da teyzemin rolünü ben oynayarak tekrarladım: bu saça tutunan kepeğimsi şeyi saç telinden sıyırıp iki tırnağımın arasına alarak “çıt” diye çıtlattım. (Iyyyy) Bir süre acı gerçeği reddettim, kendi kendime bunun bit olmayacağına inandırmaya çalıştım. Ama sonra kelimenin tam anlamıyla çöküp; “aaa sirke bunlar” demişim. Sesim öyle acıklı çıkmış olmalı ki, kızım bu paniğimden korkup ağlamaya başladı. Burada çocuğu henüz bitlenmemiş anne-babalar için yazıyorum: benim gibi paniğinizi çocuğunuza asla belli etmeyin. Sonuçta çocuğunuzun bu dünyada cesaret aldığı, tepkilerine güvendiği ve örnek aldığı en önemli kişi sizsiniz. Sizin paniklediğinizi görünce, o da paniklenecek bir şey olduğunu düşünüp, sizden daha çok çöküyor. Onun ağlamasıyla hemen kendimi toparladım ve ballandıra ballandıra kendi bitlenme hikayemi anlattım. Arabada o sırada bulunan iki arkadaşım da aynısını yapınca, bunun ne korkulacak, ne de utanılacak bir şey olmadığına ikna oldu neyse ki. Bu sırada aslında benim içimde fırtınalar kopuyordu ve ağlamak istiyordum. Yine aynı benim hikayemdeki gibi, ilk durağımız eczane oldu. Ben, lafı fazla uzatmadan, eczacı kalfasına ezbere bildiğim tek bit şampuanını ismini söyledim. O sırada eczanedeki sandalyelere oturmuş, koyu bir sohbet eşliğinde emekli sandığının ilaçlarına onay vermesini bekleyen yaşlıca iki kadın, sohbeti bırakıp, bana kulak kesildiler. Ben kendilerine hiçbir şey danışmamış olmama rağmen, ikisi de bit konusunda bildiklerini sıralamaya başladılar; efendim, bilmem ne marka ilaç daha başarılıymış, çocukların yakasına kafur asmalıymış ki bit gelmesinmiş, mutlaka sıkı dişli tarakla taramalıymışım. Sonra başladılar kendi bitlenme hikayelerini anlatmaya. (Benzeri bir durum, bir de hamile olduğunuzda başınıza geliyor. Etrafınızdaki tüm kadınlar size en ince detayına kadar doğum anılarını anlatıyorlar; öyle ki siz o içinizdeki bebeği yutmak, yok etmek istiyorsunuz!) Neyse bir şampuan bir de çelik sıkı dişli tarak alıp çıktım eczaneden. Bu arada ben de, bitlenmememe rağmen psikolojik olarak, ha bire kaşınıyorum. Eve girer girmez, hem kendimi, hem kızımı bu şampuanla yıkadım. Sonra da başladım hatır hutur taramaya, taranmaya. Kocamın saçları döküldüğünden, küçük kızımın da henüz çıkmadığından, ikisi de bu taranma, ayıklanma seanslarından muaf tutuldular. Yalnız o çocukluğumdan bildiğim şampuan artık pek bir demode kalmış, onun için 2. Gün için sıkılıp kafada kalan, daha etkili bir ilaç aldık. Tarih tekerrürden ibarettir, bu kez fuara değil ama, kızımın yağlı pırıl pırıl kafasıyla, Ankara’da bir düğüne katıldık. Pistte beyaz bir kelebek gibi salınırken o da bir gün önce döktüğü gözyaşlarını tamamen unutmuştu!
Kaşına kaşına okudum 🙂 Tabiki benim de bitli anılarım canlandı…
Umarım son bitlenme maceranız olur!
bence de son olsun! bir de kene maceramız var, o da azzz sonraaaa…